İngiliz işçi hareketi, 1972 yılındaki madencilerin başlattığı grevle kendi zirvesini yapar. Yaklaşık bir buçuk milyon kişinin katıldığı grev, işçi sınıfının sesini duyurmak ve yasal mevzuatlara baş kaldırmak açısından büyük önem taşır. Ama bu grevi izleyen yıllarda NUM (Ulusal Maden İşçileri) ve İşçi Partisi’nin politikaları hareketin önünü keser. İşçilere yön vermesi gereken sendika ve partiler işçileri köşeye sıkıştırır. Bu grev sayesinde yeniden iktidara gelen İşçi Partisi’nin, işçi sınıfını sisteme entegre etme çabaları ve sendikalarla işverenler arasında yapılan anlaşmalar durumu işçi sınıfı açısından daha da vahim bir hâle getirir. İşçi Partisi, uyguladığı politikalarla kendi tabanına ihanet ettiği gibi iktidarını da sonraki dönemde neo-liberalizmin ülkeye yerleşmesinde öncü rol oynayan Margaret Thatcher hükümetine bırakmak zorunda kalır.
İşçi Partisi’ni iktidara getiren maden işçilerinin mücadelesi, sonraki dönemlerde de uygulanan politikaların tutup tutmadığını gözlemlemek için bir uygulama alanı hâline gelir. Thatcher da işçi sınıfının simgesi olan maden işçilerinin 1984-85 yılları arasında başlattığı büyük grevi bu yüzden zor kullanarak bastırmaktan geri durmaz. O yıllarda maden işçilerinin yanında yer aldığı için sansürlerden kafasını kaldıramayan, televizyonda program dahi yapmakta zorlanan Ken Loach, hiç kimsenin cesaret edemediği bir şeyi dener. Ülkedeki bütün gazeteci ve televizyoncular Thatcher hükümetiyle koordineli bir şekilde çalışan ve işçiler üzerinde terör estiren polislerin arkasına ilişerek, iliştirilmiş gazeteciliğe uygun şekilde tek taraflı haberler yapar. Ama Loach, ilk defa maden işçilerinin tarafına geçer ve onların yaşananlara bakışını ekrana getirir. Hangi Taraftasınız? (Which Side Are You On?, 1984) programı, greve işçilerin gözünden bakarak olayları işçilerin yorumladığı şekilde seyircilere yansıtmayı amaçlar. Hükümetin politikalarını ve polisin orantısız şiddetini olduğu gibi resmeder. Loach’un kendisi de işçi sınıfının yanında durarak, izleyenlere hangi tarafta olduğunu provokatif bir şekilde sorar ve onlardan bir taraf olmasını ister.
Yönetmenin son filmi Tehlikeli Yol’da (Route Irish, 2010) da iş öyle bir yere varır ki; seçim yapmak kaçınılmaz hâle gelir: Filmde, Irak’ta paralı asker olarak görev yapan bir grup İngiliz, yaşanan hengamenin ortasında sivilleri öldürmek ile ölmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalır. İşte tam da bu noktada, Loach’un Hangi Taraftasınız? programında “taraf olma” durumunun ya da sonraki yıllarda çektiği ve tavizsiz bir şekilde mağdurun yanında olan tavrının aradan geçen yıllarda değişip değişmediğini sorgulama ihtiyacı hissederiz. Zira, Tehlikeli Yol’da Irak Savaşı’nda sivilleri kadın ve çocuk demeden nedensiz yere sırf “yanlış yerde ve yanlış zamanda” oldukları için öldüren İngiliz askerleri başkarakter Fergus’un ağzından aklanır. Irak’ta yaşadıklarını çatışmada ölen çocukluk arkadaşı Frankie’nin eşine anlatırken Fergus; savaşın ortasında karar vermenin zorluğundan, ölmekle öldürmek arasındaki ince çizgiden, terörist ve sivil ayrımı yapmanın imkânsızlığından dem vurur. Ama savaşın nedenlerinden hiç bahsedilmez. Irak’ta neden bir savaş olduğu kimsenin umurunda değildir. Savaşın Irak’ı Ortaçağ’a geri döndürdüğünden, Amerikanın Irak’ın petrol kuyularını işlettiğinden, çok uluslu şirketlerin Irak’ı kendi aralarında paylaştığından, bulunamayan kitle imha silâhlarından laf açılmaz. İngiltere’nin Irak Savaşı’ndaki rolünden bahsedilmez. Bize bir askerin psikolojisi üzerinden savaşta karar vermenin ne kadar zor bir şey olduğu anlatılır ve savaşta verilen zayiatları değerlendirirken bunu da göz önünde tutmamız, o psikolojiyi bilmeden yorum yapmamamız istenir. Frankie’nin her şeyden habersiz eşi gibi, bizim de Fergus’un manipülatif bilgilendirmesiyle savaşı ve asker psikolojisini anlamamız gerekir.
İngiltere’nin Değişen Dengeleri ve Irak Savaşı
Tony Blair yakın geçmişte çıkan kitabı Bir Yolculuk’ta Irak Savaşı’na girmekten dolayı pişman olmadığını belirtir ve “Saddam Hüseyin'in işbaşında tutulması, iktidardan uzaklaştırılmasından daha büyük tehlikeler içerirdi.” (1) diyerek, İngiltere’nin savaştaki konumunun doğru olduğunu savunur. Blair’i, verdiği kararı bir “gereklilik” olarak görmeye itecek kadar cesaret verecek şey ise, kuşkusuz İngiltere’nin değişen dengelerinde gizlidir. George Monbiot The Guardian’da yayımlanan yazısında, İngiltere’deki değişen dengeleri şu şekilde yorumluyor: “Britanya’da Margaret Thatcher’la başlayan, Tony Blair ve Gordon Brown’la devam eden sağa kayış (bu isimlerin başında bulunduğu hükümetler rekabetin ve mali başarının faziletlerini vurguladı) değerlerimizi değiştirdi. Bu dönemde zenginliği ve fırsatları adil dağıtan politikalara kamuoyu desteği ciddi oranda azaldı." (2) Thatcher’le işçi sınıfının üzerine indirilen demir yumrukla birlikte İngiltere’de yaşanan değişim, bugün İşçi Partisi liderlerinin giriştikleri savaşları savunmasına ve hiçbir şeyden pişmanlık duymamasına kadar ilerler.
Ken Loach’un karakterleri son kertede belki ölümü seçerek yaptıklarının bedelini bu şekilde öderler; ama onların bu seçimi, genel resmi görmemizi sağlamadığı gibi bunu da engeller. Vicdan sahibi eski askerlerin ölümü sürükleyici bir entrika çerçevesinde ekrana getirilirken, İngilizler bütün suçu Amerika’ya yükler ve savaşın nedenlerini ve sonuçlarını tartışmak yerine, işi “kim daha az kim daha çok suçlu”ya dönüştürür. 84 grevinde insanları taraf tutmaya zorlayarak, hangi taraftasınız diye soran Loach, Tehlikeli Yol’da tarafını açıkça belli etmekten uzak durur. Tıpkı Blair hükümetinin yaptığı gibi savaş şartlarında yaşamanın ve karar vermenin zorluklarını bizimle paylaşır; ama savaşın nedenlerini sorgulamaz. İngiltere’nin değişimiyle koşut bir şekilde yaşanan gelişmelerin kökenine inilmediği için savaşla ilgili açılan soruşturmaların anlamsız kalması gibi Tehlikeli Yol da sorgulayıcı ve eleştirel bir bakıştan yoksun kaldığı için bir seyirliğin ötesinde bir anlam ifade etmekten mahrum kalır.