Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in hikâyesini anlatan Sosyal Ağ (The Social Network, 2010), rahatlıkla klişe bir kaybeden hikâyesine dönüşebilir ve didaktik bir şekilde muhafazakâr değerlerin savunusuna kalkışabilirdi. Ya da Oliver Stone’un Borsa (Wall Street, 1987) filmine benzer şekilde hırsı, rekabeti ve adaletsizliği vurgulayarak, bir kapitalizm eleştirisi yapar; sonrasında da beylik bir şekilde arkadaşlığın, dostluğun ve sadakatin önemini hatırlatabilirdi. Filmin bütün bunlara yetecek kadar malzemesi var. Fakat David Fincher’ın Zodiac (2007) filmiyle birlikte denediği ve Sosyal Ağ’da da yapmaya çalıştığı şey bu iki yönelimden de uzakta durup kendine bir anlam dünyası yaratarak, bu anlam dünyasını uygun bir dille anlatma çabası sanki… Hollywood’un içinde yapılan her sistem eleştirisinin sonunda sistemi farklı şekillerde yeniden ürettiğini ve muhafazakâr değerlerin övgüsüne dönüştüğünü düşünürsek, Fincher’ın sisteme teslim olmadan ve onu yeniden üretmeye kalkışmadan farklı bir şeyler araması dikkate değer bir çaba olarak görünüyor. Yine de Zodiac gibi Sosyal Ağ da hâlâ yönetmenin bir arayış içinde olduğunu ve bu arayışın sonuçlanmadığını gösteriyor.
Filmde, Zuckerberg’in yalnızlığının, sosyal hayattaki çaresizliğinin ve geleceğe yönelik bir hedefinin olmamasının üzerine giderek, onu pek çok kişinin kolayca özdeşleşebileceği tarzda bir “günümüz insanı” prototipine dönüştürmeyen Fincher, diğer yandan da Zuckerberg’i yeterince derinlikli ve bütünlüklü bir bakışla anlatmaktan yoksun kalıyor. Evet, klişelerden uzak durmaya çalışarak, gerçek bir insanın hayat hikâyesini kendi kurmaca dünyasına eklemlemeye gayret ediyor; ama bu sefer de bu kurmaca evrenin yüzeyselliği gibi karakter de yüzeysel olmaktan kurtulamıyor. Filmdeki diğer karakterler ise Zuckerberg’den bile daha derinliksiz bir şekilde çizilerek, salt birer tipleme olarak kalıyor. Örneğin, Zuckerberg’in tek arkadaşı ve Facebook’un kurucularından Eduardo, Sean Parker’ın karşısında bir karşıtlık yaratmasının dışında filme bir anlam katmaktan yoksun kalıyor. Bu iki yan karakterin bu derece silik kalması, bir anlamda yönetmenin filmde kendine has bir evren yaratmasına da köstek oluyor. Bu haliyle Parker karakteri temsili olarak klişe bir kapitalizm simgesine, Eduardo’da onun karşısında tıpkı Borsa’daki Bud Fox gibi paraya karşılık arkadaşlığı, dostluğu ve aileyi tercih eden klasik muhafazakâr sınıfın bir temsilcisine dönüşüyor. Yönetmenin kurmaca evreninde bu karşıtlığı engelleyecek bir mekanizma olmadığından, bu tür bir kıyaslama kaçınılmaz bir hâle geliyor ve böylesi bir kıyaslama karakterler kadar havada kalıyor.
Eleştirellikten yoksunluk, Facebook ve internet kültürünün filmde kendine yeterince yer bulamaması gibi kimilerince “eksiklik” olarak görülebilecek şeyleri, yönetmenin kurmaya çalıştığı yapıyla birlikte düşündüğümüzde belki bertaraf etmek mümkün. Sonuçta filmin hiçbir zaman sanal sosyal ağlara ve günümüz internet kültürüne dair bir söylemi yok. Bu söylemi yaratan, izleyicilerin filmi izlemeden önce sanal olana dair önyargıları ve beklentileri… (Filmin ismini düşündüğümüzde bu beklentilerin çok da haksız olduğu söylenemez.) Ama filmin merkezi olan Zuckerberg’in hiç arkadaşı olmamasına rağmen bugün neredeyse bütün dünyanın kullandığı Facebook’u yaratmasının getirdiği ironinin eksikliği ve yönetmenin kendi kurmaca dünyasının gerçek hayatın basit bir eskizinden ibaret kalması mazur görülebilecek eksiklikler değil. Yönetmen, gerçek hayattan alınan bir hikâyeyi o dünyanın sınırlarının dışında, kurmaca bir dünyada anlatmak isterken, tıpkı Zodiac’ta olduğu gibi yine o dünyanın temsil kodlarına bağlı kalarak bu yapıyı kurmaya çalışıyor. Bu da beraberinde yüzeyselliği getiriyor. Fincher son filmlerinde olduğu gibi Sosyal Ağ’da da içinde bulunduğu sistemin anlatım yapısını değiştirmek, onu kendi evrenine eklemlemek istiyor ama bunu nasıl yapacağından bihaber bir şekilde ana akım sinemanın anlatım ve temsil şekillerinin karşısına bir alternatif üretemiyor. Hal böyle olunca da doğal olarak Mark Zuckerberg koca bir iletişim ağının yalnızlık çeken kurucusu olmak ile kendi sınırlarından kurtulup kurmaca bir evrende kendisine bir rol bulmaya çalışan aklı karışık bir karakter olmak arasında sıkışıp kalıyor. Son kertede Zuckerberg her şeye başlamasına neden olan unutamadığı kız arkadaşını düşünürken, biz de Fincher’in ne zaman “olgunluk” dönemine gireceğini düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.