Mustang filminin bir sekansında, beş genç kızın evin bir odasında birbirlerinin üzerine uzandığını görürüz. Yerde kimin kafası, kimin eli, kimin bacağı olduğu belirsiz bir beden yumağı oluşur. Birinin kolu gösterilirken, onun bedeninin devamında bir başkasının bacağı gözükür. Biri konuşurken diğeri onun taklidini yapar. Farklı kişilerin bedenleri ortak bir dil yakalamış gibidir. Beş gencin bedeni sanki birleşip tek bir kadına dönüşmüştür; filmin anlatıcı dış sesi de hikâyeyi anlatırken aslında o tek kadının hikâyesini dillendirir.
Mustang, büyüme çağına gelmiş beş genç kızın hikâyesini anlatırken, kardeşleri çocukluklarından bu yana tek bir kadını oluşturan farklı parçalarmış gibi yansıtır. Özellikle filmin giriş sekansında, sahilde erkeklerle birlikte oynanan deve güreşinden sonra yaşananlar buna en iyi örnektir. Komşularının, kızları şikâyet etmesi üzerine beş kardeş bir anda harekete geçerek komşularının kapısına dayanır. Hep bir ağızdan şikâyetlerini ifade ederler. Burada birlikte hareket etme, yazının başında bahsettiğimiz “tek bir kadın” olma durumuyla ilişkilidir. Beş ayrı karakter aynı bedeni, aynı ruhu ve aynı sesi paylaşıyor gibidir.
Genç kızların birbirleriyle kurdukları bu yekpârelik üzerine ilişki filmde masalsı bir dille anlatılır. Zaman ve mekân algısının özellikle öne çıkartılmadığı (ilk bölümde), “buranın” ya da “şu zamanın” hikâyesini izliyoruz mesajının verilmediği anlar, filmin de en başarılı olduğu yerlerdir. Bu kısımlarda, yönetmen Deniz Gamze Ergüven kızların birbirleriyle, kendi bedenleriyle ve çevreleriyle kurdukları özel ilişkiyi etkileyici mizansenlerle, yer yer sembolik yer yer de gündelik hayatın ritmi içinde aktarmayı başarır. Kardeşlerin çocukluktan çıkarak birer genç kız olmaları ve bununla birlikte toplumsal normlarla sert ve hızlı bir şekilde karşılaşmaları görsel dilin imkânlarıyla büyülü bir gerçeklik yaratılarak perdeye taşınır. Özellikle filmin ilk kısmında, bu süreçte genç kızların kendilerini keşfettikleri anda başlayan toplumsal inşa süreci ve çevre baskısının bireyi şekillendirmede oynadığı rol net bir biçimde hikâyenin altmetninde kendini gösterir.
Toplumsal Gerçekliğin Güncellikten Uzak Tasarımı
Ancak evin bir hapishaneye dönüştürülerek genç kızların hayat alanlarının kapandığı, onedio kolaycılığında “on maddede ev hanımlığı derslerinin” başladığı bölümlerde, filmin kendine özgü, genç kızların kendilerine has özel dünyaları da dağılmaya başlar. Bu bölümde, yönetmenin müdahalesiyle, yaşanan gerçekliğin şartlarının bilinçli bir şekilde zorlaştırılarak kızlara olan baskının olduğundan daha da arttırıldığını görürüz. Gazete ve televizyon haberlerinden bir bölgede yaşanan gerçeklik hakkında fikir sahibi olunarak, önce o mekânı masalsı bir atmosferde sonrasında ise aynı yeri Yaban’dakine benzer kaotik, karanlık ve yobaz bir taşraya dönüştürmek filmin ilk yarısında başardığı önemli meselelerin de havada kalmasına sebep olur. Filmin en büyük zaafı kanımca anlatım tonundaki uyuşmazlıktır. Masalsı bir anlatımla hiper gerçekçi bir anlatımın iç içe geçmemesi, birbirlerinin özellikleriyle tezat oluşturmaları Mustang’in başarıyla gerçekleştirdiği noktaların da es geçilmesine sebep olur.
Filmin ilk yarısındaki masalsı havayı dağıtan ve bir tür kâbusa çeviren yaşanan toplumsal gerçekliktir. Akrabalarının çevreden laf gelmesin diye genç kızları çocuk yaşta evlendirmeye çalışmaları, ev içinde genç kızları bekleyen tehlikeler tek bir bedenmiş gibi hareket eden kızların da dağılmasını beraberinde getirir. Kardeşlerin teker teker evlendirilme süreçleri ve perdeye yansıtılma şekli, filmin geçtiği tarih ve mekânın kurulumuyla ilgili sorunları yeniden hatırlatır. Büyükannelerinin kızlara evlilikle ilgili verdiği bilgilerin demodeliği ya da ellerine tutuşturduğu 60’lı yıllardan kalma cinsellik bilgisi temalı kitap gibi unsurlar hikâyenin akışında genel tonu bozmanın ötesinde, günümüzde çekilen bir Türk filmi için gülünç unsurlara dönüşür. Bir yanda bilgisayar, cep telefonu ve internet, diğer yanda ise 60’lardan kalma sararmış kitap büyük bir tezat yaratır. Filmle ilgili yapılan eleştirilerde sıklıkla dile getirilen filmin “dışarının” gözüyle “buranın” hikâyesini anlatma durumu, bu açıdan haksız değildir. Hem masalsı bir tonum olsun hem mekânı ve zamanı istediğim gibi kullanayım hem de bir toplumsal eleştiri yapayım mantığı, buradaki gözün ve dilin günümüzü yakalamada eski ve yetersiz kalması sebebiyle sekteye uğrar.
Ton Uyuşmazlığı
Bütün ton ve anlatım karmaşasına karşın, Mustang’in en sahici olduğu anlar yine genç kızların bir araya geldiği sahnelerdir. Özellikle düğünde Selma’nın masada yarım kalan rakı bardaklarının hepsini teker teker içmesi ya da kızların düğün vesilesiyle yeniden bir araya gelerek başbaşa vermeleri filmin ikinci yarısında en dikkate değer sahneler olarak öne çıkar. Bunun sebebi, bu sahnelerin genç kızların iç dünyasına nüfuz etmesinden kaynaklanır. Onları sıkıştıran toplumsal yapının güncellikten uzak tasarımından öte, bu sahnelerde sahicilik hissi öne çıkar. Tek bir bedenin parçaları gibi hareket eden genç kızların yaşadıkları hayal kırıklığı ve umut ekrana taşınır.
Filmin ikinci yarısında Türkiye’nin güncelliğinden uzakta geçen anlatımına rağmen, Mustang’in finali ilk bölümdeki naif ve umutvar havayı beraberinde taşır. Doku uyuşmazlığı, bu anlamda filmin ikinci yarısı ile finalde de kendisini gösterir. Final ânı, yaşanan gerçeklikten uzak, kızların gerçekte elde edemeyeceği bir kaçışla ton uyuşmazlığının altını daha fazla çizer.
Bütün eksikliklerine rağmen Mustang’in bana kalırsa en büyük artısı, görsel dili bilen, atmosfer yaratabilen, gelecek vaat eden bir yönetmeni ve İlayda Akdoğan gibi geleceği parlak bir ismi sinemamıza armağan etmesi. Deniz Gamze Ergüven ismini bir yerlere not etmekte fayda var.