Faruk Kenç
On yıllar boyunca yedinci sanatın tiyatronun bir alt kategorisinden öte bir anlam taşımayacağını varsayan ve sinemasını bu bakış ekseninde kurgulayan Muhsin Ertuğrul “ekolü”, uzunca sayılabilecek bir dönemden geriye, ancak birkaç dikkate değer ürün bırakmıştır. Sinemamızdaki ikinci kuşağın eserleri öncelikle bu bağlam içinde değerlendirilmelidir.
Faruk Kenç, -ister istemez- bu yaklaşımlardan etkilenmekle birlikte, ortaya koyduğu kimi filmlerinde daha önce denenmeyen türlere ilişkin arayışlara girmesi ve kurguya canlılık getirmesiyle öne çıkan bir isim olmuştur. Mekânın gerçekçi kullanılması adına attığı adımlarla Lütfi Ö. Akad sinemasını da etkilemiş olduğunu varsayabileceğimiz yönetmenin daha da büyük başarısı, oyuncu arayışını, -bu canlılığıyla belki de ilk kez- Şehir Tiyatroları’nın dışına taşıması olmuştur. Yalnızca; Sadri Alışık, Ayhan Işık, Belgin Doruk gibi yeni bir oyuncu kuşağını sinemamıza kazandırması bile, geçiş döneminin hakkını verdiğini kanıtlar niteliktedir.
Erdoğan Tokatlı
Değeri tam olarak anlaşılamayan sinemacılarımızdan olan Erdoğan Tokatlı, senaryo sorununu eser uyarlamalarına yönelerek aşmaya çalıştığı oranda ilgiye değer hâle gelmiştir. Başarılı bir ilk filmin ardından (Son Kuşlar) inişli çıkışlı bir grafik izlemesine ve kimi zaman da ticari sinemanın kurallarına hapsolmasına karşın, yeniden çevriminde de kanıtlandığı gibi, -koşullarının çok daha güç olması bir yana- 72. Koğuş gibi zor bir uyarlamayı çıtanın altında kalmadan gerçekleştirmiştir. Tokatlı’nın bir başka özelliği de, 60’lı ve 70’li yıllarda oluşuma tavır alan pek çok yönetmene rağmen Sinematek çevresiyle bağlarını koparmamış olmasıdır. Yeni Sinema Dergisi’nin ünlü “Eleştirme” sayısındaki soruşturmaya (Temmuz 1967, Sayı: 8) Feyzi Tuna ile birlikte destek veren yönetmen, özellikle yapımcı ve eleştirmen karşıtlığının nedenlerini sorguladığı yanıtında entelektüel birikimini de gözler önüne sermiştir.
Ömer Kavur
Sinematek çevresinden doğan yönetmenlerden olan Ömer Kavur, bir yanıyla 70’lerin gerçekçiliği, diğer yanıyla da 2000’lerin “sanat sineması” kapsamında değerlendirilebilecek ürünleriyle çok önemlidir. Paris günlerinde Alain Robbe-Grillet gibi dönemine damgasını vuran bir yazar/yönetmenle çalışma olanağı bulan Kavur; başyapıtı sayılan ve üzerine çokça yazılan Anayurt Oteli’nin dışında, bir dönemin özeti gibi duran Yusuf ile Kenan’dan, 12 Eylül’den bağımsız düşünülemeyecek Kırık Bir Aşk Hikâyesi’ne ve saplantı üzerine “ilginç” bir deneme olan Göl’e; gizemli içe dönük yolculukların, yer yer sürrealist bir anlatının ve aydın bunalımlarının damgasını vurduğu Gece Yolculuğu, Gizli Yüz, Melekler Evi gibi filmlere kadar, ele aldığı tüm temalarda estetik kaygılardan ödün vermemiştir. Bu bağlamda, günümüzün ödüllere ve övgülere boğulan sinemasında en çok etkisi bulunan yönetmenlerden olduğunu söyleyebiliriz.