Yerli Diziler
Dosya Arşivi
HP 14 Ocak-Şubat 2010
Türk Sinemasının 2009 Vizyonu
18.05.2010 Gişenin Vicdanı Bize Ne Söyler? Ayşe Pay
Taşıdığı kolaycılık, eğlendiricilik, oyalayıcılık, ölçüsüzlük, bayağılık, değersizlik gibi pek çok öğeyle “zaman”ın yükünden kaçılan bir sığınak olarak devasa bir alana yerleşen popüler kültür, uçsuz bucaksız okumalara açıktır. Dikkatleri dağıtmayacak bir okuma yapabilmek için birçok değişkene sahip bu alanda vizörümüzü sınırlı bir ölçekte konumlandırmak daha sıhhatli bir yaklaşım olacaktır. Bir popüler kültür örneği addedilebilecek gişe rekortmeni filmleri görmezden gelmek, rakamların, önyargıların ardındaki anlam dünyalarının kale alınmadığının, yok sayıldığının bir göstergesi sayılabilir pekâla. Popüler kültür başlığı altında beyazperdeye yansıyan bayağı gerçekliğin, çok basit, ilkel düzeyde de olsa tutunduğu yüzeyde konumlanan kimi toplumsal sıkıntılara dair işaretler taşıdığını inkâr etmek elbette mümkün değil. Bu minvalde Türk sinemasının 2009 karnesinde gişe rakamlarına bakıldığında seyirciden geçerli not alan iki filmden, Recep İvedik 2 ve Kurtlar Vadisi: Gladio’dan hareketle (bağlı oldukları seriyi baz alarak) bir değerlendirmeye girişilebilir. Belli başlı özellikleriyle dikkat çeken bu filmlerin bir serinin devamı olmaları, daha baştan kazandıkları gişe başarısının sağlam birer delilidir. Acaba bu filmleri gişenin zirvesine ya da yakınlarına yerleştiren sır nedir? Seyircinin bu filmlere ilgisi ne anlama gelir? Bu noktada gişenin vicdanı bize ne söyler?
 
Beyazperdede Rol Değişimi
Zaman ve mekân, filmleri biçimlendirirken oynayabileceğimiz yegâne unsurlardır. Filmin anlam dünyasının biçimlendiği bu zemine yerleşen imgenin bir tarih tasavvurunu da yansıttığı öne sürülebilir. Bu noktada şu sorulabilir: Acaba insanın ilkel güdülerine hitap ederek güldüren Recep İvedik’le insanın tabiatındaki coşkuya seslenip içindeki kahramanı uyandıran Kurtlar Vadisi nasıl bir “tarih tasavvuru”ndan beslenir?
Recep İvedik ve Kurtlar Vadisi iki ayrı uçta iki film gibi görünürken bir yerlerde yolları kesişir: Pasifi aktifle, uyumluyu uyumsuzla, zayıfı güçlüyle, korkağı cesurla değiştirdiği, halka kaybettiği gücünü teslim ettiği noktada. Modernliğe ayak uyduramama ve kendilerine biçilen rolün dışına çıkma raddesinde bir kez daha birleşir yolları; rolleri tersine çevirerek sürü ruhuna karşı koyan bu tavır yüzeysel kalırken, gerçek hayatta kopyalanması yoluyla da yine bir sürü psikolojisini doğurur. Öyle ki bugün etrafımızda gördüğümüz dizilerden, filmlerden apartma tipler bir yığın oluşturmuş, beyazcamdan ya da beyazperdeden ödünç alınan yaşam biçimleri sonucu gerçek ve kurgu birbirine karışmıştır.
 
“Şimdi”yi Kutsayan Yüksüz Bir Kahraman: Recep İvedik
Seyircisini insan coğrafyasının, doğasının içindeki dağa, taşa, taşraya, yani en ilkel güdülere doğru götürür Recep İvedik serisi. Uygarlıktan ilkelliğe bir dönüştür bu. Taşradan şehre varan yolculuğu tersine çevirir. Mekânın taşrasından şehre vardığında hor görülen, benliğini, kültürünü unutması beklenen, modern hayata adapte olamayan, dışlanmış bir zümrenin içine attığı, bastırdığı sesinin abartılı, kaba çizimli bir yankısı olarak da okunabilir. Filmde Recep İvedik dışındaki tiplerin eksik, zayıf, pasif, silik konumlanması yine bu bastırılmışlık vurgusunun temsilidir. Dayatılan modernizme bir karşı duruşun, pasifliğin yerini handiyse dayatmacı bir aktivizme bırakmasının, en kaba, en ilkel karşı koyuşa çevirmesinin bir şeklidir bu. Filmde zayıf olanı güçlendirmenin yolu, “hödödö, hödödö” bağırılarak kaba kuvvette mâkes bulur; yani düşünülebilecek en kısa, en basit, en kötü yolla. Daha baştan yenik bir karakterin bu yenilmişliğe (insan olmanın en aşağılık ortak paydasında birleşmiş bir dille) itirazının resmidir Recep İvedik. Seyirciye taşıdığı grotesk tablo içinde muhalefetin, aykırılığın, başkaldırının izlerini taşır ve kaybedilmiş gücün tekrar üstlenilmesinin gururu üzerinde yükselir; öyle ki filmin sonunda kazandığı saygınlık (!) “üstü çizilerek” bir kez daha vurgulanır.
Recep İvedik serisi, geçmiş ve gelecek tasavvurundan yoksun, yüksüz bir insanın içine düştüğü “şimdi” çukurunda debelenmesinin resmini sunar adeta. Modern tecrübe, zamanı geçmişsiz bir şimdiden başlattığından seyirci, şimdiyi kutsayan bu yüksüz adamla ilk elden bu cihette bir yakınlık kurar: Yalnız değildir. Çağın dayattığı, üzerine uymayan bu elbisenin içinde pasif bir direnişle varolmanın sızısını yaşayan seyirci, üzerine uymayan, ordan burdan sarkan bu iğreti elbiseyi çıkarıp atan Recep İvedik karşısında müthiş bir rahatlama yaşar. Modernizmin kalıplarına sığmamak için direnen bu kabasaba adam, kusurlarının ve çirkinliğinin en abartılı hâliyle, uyumsuzluğuyla handiyse insan doğasını çırılçıplak bırakır. Nihayet Recep İvedik serisiyle seyirci, çıplaklığından utanmayan, bağıra çağıra şimdiye hükmeden bu gamsız adamın karşısında genişler; pasif direnişinin aktivize olabileceği ihtimaline duyduğu özlemle rahatlarken içgüdülerine teslimiyetle kendini gülmekten alıkoyamaz.
 
Geçmişin Yükü Altında Bugünü Ezen Bir Kahraman: Polat Alemdar
Toplum içinde dolaşan popüler siyasi okumalara yaslanarak seyirciyle iletişim kuran Kurtlar Vadisi serisi, güncel argümanlarla anlatısını kurar. Yiğitlikle, cesaretle hemhâl bir halk adamının ezilmişlerin yanında yer alarak kötüleri yenebileceği, adaleti tesis edebileceği düşüncesinin şevklendirici gücüne dayanır. Sıradanı kahramanlaştırarak, rolleri dönüştürerek modernizmin dayattığı insan tipine karşı koyma iddiasını taşır. Serinin kahramanları dış görüntülerinin ve bıraktıkları etkinin aksine, oldukça naif bireylerdir: Çaresiz birer aşık, saf birer Anadolu çocuğu. Böylelikle seyirciye kendisi gibi sıradan bir adamın da kahraman olabileceği fikri taşınır. 2009 ürünü Kurtlar Vadisi: Gladio bu anlamda bir ara formül, bir geçiş projesi olarak nitelendirilebilir; Kurtlar Vadisi: Irak kadar seyirci toplamamasının nedeni de herhâlde burada aranmalıdır. Bu ara formülde bir kahraman çıkıp kirli, karanlık işleri aklayamadığı için seyirci filmle arasına mesafe koyar.
Herkesin ağzındaki teraneyi diline dolayan Kurtlar Vadisi: Gladio, kirli, karanlık işler arasında çamura saplanıp kalmayı, çıkışsızlığı dikte eder seyirciye. “Ya Gladio’ya dostsun ya da düşman” söylemiyle seyirciyi siyah-beyaz bir dünyanın kapısına bırakan, bu keskin ve iki katmanı aşamayan perspektifi seyirciye dayatan filmde ancak Polat Alemdar’ın, yani (aramızdan biri saydığımız) halk kahramanının, bizim yerimize, hatta devletin ve ordunun yerine bu karanlık işleri aklaması beklenir. Muhtemel ki bir sonraki projede Polat, insanüstü becerisi ve gücüyle işleri yoluna koyacak ve ülke huzur (!) bulacaktır.
“Türk’ün başında belâ olmazsa Türk dünyanın başına belâ...” söylemiyle dış kaynaklı güçlerin o “şanlı” geçmiş fikrinden korkarak yarattığı komplolar düzenine dikkat çekilir filmde. Seyircinin “şanlı” geçmişine, bir zamanların dünyaya hâkim gücüne ve tabiî ki içindeki kahramana duyduğu özlemin cisimleşmesi görülür bu filmlerde. Kurtlar Vadisi: Gladio’da “yeni Osmanlıcılık” ifadesinin kullanılışıyla seride şimdiye dek alttan alta hissettirilen bu duyuş, artık kendini saklamakta beis görmez. Geçmişi kutsayan bir tarih tasavvuruyla bu filmler, şimdiyle kurdukları bağı zedelerken bugüne yaklaşımlarında da bağlamından kopuk, gerçekliği zayıf, ezici bir biçime mahkûm olurlar. Ki seride resmedilen bugün, bütünüyle kirlilikten ibarettir ve temiz kalan tek şey Polat ve yandaşlarıdır; başka türden bir insana rastlamak ise mümkün değildir. Bu noktada filmin mesajı ilginçtir: “Şanlı” geçmişin izi, ancak hâkim bozuk düzen karşısında mafyavari bağlantılarla var olan kara adamlar tarafından sürülebilir. Bu adamlar bugünün kirli işlerini, dolayısıyla şimdiyi bildikleri gibi “geçmişin bilgisi” (!) de ancak onlardadır. Seyircinin güveni tam da bu noktada kazanılır; ne de olsa ismiyle müsemma Polat Alemdar, halkın, ezilmişin, yenilmişin, mazlumun sancağı teslim ettiği bir önder olarak yaratılmıştır. Nihayet Kurtlar Vadisi serisiyle seyirci “kayıp” hâkimiyetine, gücüne duyduğu özlemle kahramanlaşır (daha doğrusu bu yanılsamaya kapılır), en az beyazperdedeki aksi (Polat Alemdar) kadar.
 
Yenilgi Ortak Paydasında Birleşen Vadi ve İvedik
Halk bekler: Beyazperdedeki onu rahatlatsın, acısını dindirsin, zamanı, günü unuttursun, coştursun, eylemeden eylediği duygusuna kaptırsın. İşte tam da böyle bir algıyla Recep İvedik serisiyle içindeki ilkel doğanın, içgüdünün, Kurtlar Vadisi serisiyle de içindeki coşkunun, kahramanın fitilini ateşler seyirci; ta ki ışıklar yansın. Işıklar yandığında ve hakikat ortaya çıktığında geriye hiçbir şey kalmaz. Unutulmuş, silinmiş, tüketilmiş, her zamanki teraneye hiçbir şey eklenmemiş, başıboş geçirilmiş birkaç saat daha kaybolup gitmiştir.
Recep İvedik serisi, bir tür bilinçsizce unutuşu temsil ederek geçmişsiz bir şimdiden başlatırken yolculuğunu Kurtlar Vadisi serisi, hatırlama eylemine yüklediği yönlendirici edimle şimdiyi unutarak durmadan geçmişe kurar saatini. Ve yine yollar kesişir: Her ikisinin de son durağı başladıkları yerdir; birinin yolu dönüp dolaşıp hep bir şimdiye, diğerininki ise hep bir geçmişe çıkar. Biri geçmişi, diğeri şimdiyi ıskaladığından, belleksizliğin nişanesini taşıyan bu iki film, yenilgi ortak paydasında bir kez daha birleşir. Daha baştan “kayıp” bir zamanı, geçmişsiz bir şimdiyi anlatan Recep İvedik ile “şanlı” bir geçmiş fikri üzerinde yükselen Kurtlar Vadisi’ninmarazi bir tarih tasavvurunu yansıttığı söylenebilir. Tarihle sıhhatli bir bağ kurmayı engelleyen bu bakış, sonuçta ortaya kaotik bir tablo çıkarır. Bu yönüyle beyazperdede gücün taşıyıcısı olarak görünen bu tipler, aslında güçsüzlüğün, zayıflığın, çaresizliğin, yenilmişliğin temsiline dönüşür ve bir bakıma (tarihle sıhhatli bir bağ kuramayan) bugünün insanının başıboşluğunu dillendirir.

Recep İvedik ve Kurtlar Vadisi serisinin gişedeki başarısı, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında dengeyi kuramayan insanın çırpınışlarının resmini taşır bir bakıma. Maraza tutulmuş bir hafızadan yansıyan kesik kesik görüntülerle toplumsal anlamdaki belleksizliğimiz, beyazperdede karikatür tipler yaratır: Kara kara giyinip geçmişi temize çeken adamlar ya da insanın en aşağılık duygularını kusa kusa gezen, içgüdüleriyle yaşayan bir orman adamı gibi. Bir bakıma bu filmlerin yüklendiği yargı şudur: Tarih tasavvurumuzu kaybettik; hükümsüzdür. Nihayet gişeden yansıyan toplumsal panoramamız hâlipürmelâlimizi vermesi açısından manidardır.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..