DERVİŞ ZAİM
“Sinemada bir damar olacaktı.”
Kendi çevresine yaslanarak sinema yapmak isteyen insanların çoğunlukla başladığı ve durduğu nokta Yeni Gerçekçi gelenektir. Ahmet’te de buradan izler görünse de o farklı bir estetikle ve gelenekle bağlantı kurmaya çalışarak film yapıyordu. Yeni Gerçekçi gelenek içerisinde kalmayıp bunu zenginleştirmeye çalışması Ahmet’in ayırt edici taraflarından biriydi. Filmlerindeki rayihayı da, malzemesini direkt kendi yaşamından almış olmasına borçluydu zaten; adeta sineğin yağını çıkararak kendi imkânlarıyla sinema yapması bir yana Türk sineması üzerinde yapmaya çalıştığı en önemli şeydir bu. Ama ne yazık ki bunu devam ettiremedi; sinemada bir damar olma ihtimali gerçekleşemedi. İlk filmle kalmış olması bizim açımızdan bir talihsizlik.
ZAHİT ATAM
“Düşünü gerçekleştirmek için düşsel çözümler buldu.”
Uluçay yalnızca köyden gelip film çeken biri değildi. Onun, bir köylünün yanı sıra entelektüel arayıştaki bir insanın görsel dünyasını yansıtan sineması, yalnızca naif özellikleri ile değil aynı zamanda içtenliği ve çocukluğun dünyasına dair derin gözlemleriyle ayrıksı ve gözlemci bir karaktere de sahipti. İnanılmaz olanaksızlıklar içinde yaptığı sineması ile sinema tarihimizde çok farklı bir yere sahipti. Bilhassa aküsüz video kamerayla yarattıkları Optik Düşler filmi, bana Lumiere Kardeşler’in bile olanaklarından daha kısıtlı imkânlarla çekilmiş gibi gelir ve yaratıcı zekânın olanaklarının ne kadar zorlanabileceğine mükemmel bir örnek oluşturur. Bir anlamda “İhtiyaç keşfin anasıdır.” diyen Engels’i doğrulayan, düşünü gerçekleştirmek için düşsel çözümler bulan, samimi ve belki de gerçekten kırdaki insanın ne kadar öykü biriktirebileceğinin kanıtı bir insandı Uluçay. Bir yandan kibir, öte yandan seçkincilik kokan Türkiye sinemasında, samimiyetin ve ahlâkın, gerçekten amatör ruhla sevgi ve yaratıcılığın bileşimlerinden birisiydi.
KAMİL KOÇ
“Sinemayla şekillenen, sinemayı şekillendiren bir hayat...”
Dünya sinema tarihinde, sinema ile şekillenirken sinemayı şekillendiren yönetmen sayısı çok azdır, bizim sinema tarihimizde ise yoktur. Ahmet Uluçay bir istisnaydı. O sinemanın yapısını çözmüş ve sinemayla sahici bir ilişki geliştirebilmişti. Son dönemde öne çıkan sinemacılarımız üzerindeki etkisi, geleceğin sinemacılarında daha bariz bir şekilde görülecektir. Ahmet Uluçay’ı bu kadar değerli yapan şey tüm insanlarda potansiyel olarak var olan, ancak yaşadığımız yüzyılda geçer akçe olmayan “sahicilik”tir. Kitle iletişim teorilerinde çok bilinen Marshall McLuhan’a ait “Araç mesajdır.” sözünü tersinden okutabilen bir sanatçıdır Ahmet Uluçay. O kendi mesajını araca mahkûm etmemiş, derdini anlatabilmek için tüm imkânlarını zorlayarak aracın sınırlarını genişletmiştir.
MUSTAFA PREŞEVA
“Sade ve derin bir usta…”
Bizim Köyde Bayram Sabahı filminin çekimlerini izliyorduk Ahmet’le. Bir camiden yavaş yavaş çıkan adamlar, kar altında düzenli bir sırayla birbiriyle tokalaşıp selâmlaşıyorlardı tek tek. “Elleri, elleri…” dedi Ahmet, “Bütün olay ellerde.”. Doğruydu. Yıl boyunca birbirini görmeyen, belki de birbiriyle konuşmayan kişiler böylece elleriyle temas kuruyordu. O anda, yanımda sade ve derin bir usta olduğunu anladım.
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminin ince kurgusunu da bana devretmişti. Yine parasız prodüksiyon, yine gönüllü ekip… Ardından ameliyat geçirdi ve kurguya gelemedi. Bu film beni tekrar sigaraya başlattı. Ahmet’in yakalamak istediği anları ve söylemek istediği cümleleri revize etmek vicdanınıza kalıyor. Neyse ki uzun bir savaştan sonra beğendiğim bir şekli oldu filmin. Ahmet de nihayet gelebildi kurguya bakmaya.
“Sağdıç” dedi, “O çocuğun yüzüne inen sinek kaldı mı?”, “Kaldı sağdıç.”, “Tamamdır o zaman.”. Gülmeye başladı. “Bi de elindeki titreyen çay bardağı detayı kaldı mı?”, “Titreyen bardaksız olur mu hiç?”.
Gülerdik, bazen de kimi sahnelerde, ağlanmayacak yerlerde bile kendi kendimizi ağlatırdık. Ahmet'le aynı frekansla nefes alıp verdiğimiz işte o günler kaldı içimde, mutluluktan ağladığımız günler. Öyle bir adamdı rahmetli Usta, kalbinize dokununca kendini hissettirebiliyordu.