Yerli Diziler
Dosya Arşivi
HP 16 Mayıs-Haziran 2010
Kamera, Motor! Şiddet!
27.05.2010 Şiddetin Sinemadaki Psikolojik Görünümleri Şehitnur Zülfikar
İnsan hayatında hem düşünce hem de davranış bağlamında kaçınılmaz kavramlardan biri olan şiddet, sinemada da sıkça işlenen bir olgu. Sinemada şiddetin görünümlerini insan merkezinde çözümleyebilmemiz için psikolojik nedenlerine bakmamız faydalı olabilir; bilhassa bir neden gösterilmeden uygulanan şiddeti içeren seri katil filmlerindeki karakterlerin davranışlarını anlamlandırmamız açısından. Bu minvalde nedensiz şiddete çokça yer veren Coen Kardeşler’in Fargo (1996) ve İhtiyarlara Yer Yok (No Country for Old Men, 2007)  filmlerindeki şiddet unsurunu karakterler üzerinden incelemek sinemada şiddetin psikolojik yansımalarını görmemize olanak sağlayabilir.
 
Erich Fromm Sevgi ve Şiddetin Kaynağı adlı kitabında şiddeti temelde ikiye ayırır: tepkisel şiddet ve ödünleyici şiddet. Tepkisel şiddet bir insanın kendisini ya da başkasını korumak için uyguladığı şiddettir. Korkudan doğan ve bu yüzden en çok rastlanan şiddet türü diyebileceğimiz tepkisel şiddet, ölümle değil yaşamla iç içe olup amacı bir yıkım oluşturmak değil koruma sağlamaktır. Bu şiddet, tehdit edilme duygusundan ve engellemelerin oluşturduğu gerginlikten doğar. Bu türe ilâve edebileceğimiz bir diğer tavır, öç alıcı şiddet olabilir. Tepkisel şiddet hastalık olarak görülmezken öç alıcı şiddet hastalığa yakın unsurlar içerir. Çünkü burada amaç savunmak değil zarar vermektir; gerçek olanı bozmak gibi akıl ile bağdaşmayan bir yönelim taşır. Çoğunlukla çocuğun edindiği bilgilerle etrafında gördüklerinin çelişmesi üzerine yaşama ve yaşamın güvenilirliğine duyduğu inancın yıkılmasından doğar.
 
Tepkisel şiddetin aksine yaşamla iç içe olmayıp yaşamın yerini almayı amaçlayan ve yaşamdaki boşluğun hastalıklı bir göstergesi olan ödünleyici şiddet, güçsüz olan bireyin mutlak bir edilgenliğe katlanamamasıyla üreticiliğini şiddet şeklinde ortaya koymasıdır. Başkaları tarafından dönüştürülüp değiştirilerek pasif hâle gelen insan, aslında kendi etrafını değiştirme ve dönüştürme arzusu duyar. Eğer ki kişi bu güçlere sahip olabilecek durumda olmasına rağmen bunları kullanamıyorsa ya başka birinin hayatına katılıp etkin olmadığı hâlde etkinmiş gibi hissedecek ya da yok etme gücünü kullanacaktır. Yok etme gücünü kullanması şiddete başvurmasını kaçınılmaz kılacaktır. Dolayısıyla bir yaşam yaratmaktansa yaşam yok etmeyi seçip güçsüzlüğünü kendince aşmaya çalışacaktır.
 
Fargo ve İhtiyarlara Yer Yok’ta merkeze yerleşen şiddet, ödünleyici şiddete girer. Fargo’da kadını kaçıran suçluların tavırları, konuşma tarzları ve kendi içlerinde yaşadıkları çelişki, bu iki insanın da birtakım sorunları olduğunu gösterir seyirciye. Özellikle suçlulardan Grimsrud’ın tam bir ödünleyici şiddet uyguladığına şahit oluruz. Filmin başlarında gayet soğukkanlı bir şekilde önce polisi, ardından kendilerini gören arabadaki iki kişiyi öldürmesi bu yönde bir şiddeti içerir. Kaçırdıkları kadına “nedensiz” yere kötü davranması, onu hiç umursamaması ve genellikle suskun olması da kendisinde bir sorun olduğunun göstergeleridir. Filmin sonlarına doğru kendisine karşı gelen ortağını yine hiç düşünmeden öldürmesi, hatta ağaç bileyicisinden geçirmesi Grimsrud’ın ölümü sevmek gibi hastalıklı bir tavra sahip olması ile açıklanabilir. Ölümsever insanlar geçmişte yaşar, duygusal ama herkesten uzaktır, kabul ettikleri değerler sıradan insanınkilerin tam tersidir. Onları heyecanlandıran şey hayat değil ölümdür. Başarılarını yaşam yok etmek üzerine kurdukları için de şiddet onlara göre bir hayat tarzıdır. Filmde suçlunun uyguladığı şiddet, ancak böylesi psikolojik çözümlemeler çerçevesinde anlamlandırılabilir.
 
Fargo’daki diğer suçlu Showalter’a ve uyguladığı şiddete baktığımızda Grimsrud ile aynı olmadığını görürüz. Showalter, Grimsrud’a göre daha kibar, daha çelimsiz ve aslında daha korku dolu bir tablo çizer. Özellikle filmin başlarında herhangi bir insanda görülebilecek tepkiler veren bir suçluyken, sonra sanki Grimsrud’un beğenisini kazanmak için şiddete eğilimini arttırır. Fidye parasını almak için geldiği otoparkta kadının babasını, sürekli kızını sorduğu için öldürür. Otopark görevlisini de öldürerek ödünleyici şiddete başvururken yine de Grimsrud kadar ölümsever bir tavra büründüğü söylenemez. Kadının babasının otoparka giderken yanına silah alması ve parayı verdikten sonra kendisini vuran suçluya ateş etmesi, suçlulardan farklı olarak koruma amaçlı tepkisel şiddete örnek teşkil eder.
 
İhtiyarlara Yer Yok’u incelediğimizde katil olan ana karakter Chigurh’un Fargo’daki Grimsrud’tan çok daha fazla ödünleyici şiddet uyguladığını görürüz. Filmin başında polisi kelepçeyle soğuk bir şekilde öldürmesi, yolda arabayı durdurup içindeki adamı da aynı rahatlıkla öldürmesi hastalıklı olduğunun sinyallerini verir. Satıcı adamın hayatını, yazı turada doğruyu bilmesi üzerine bağışlaması kendi kurduğu kurallara göre yaşadığını gösterir. Döne döne yükselen para çarkıfeleği temsil eder adeta. Bu çarka hükmeden, ölüm ve yaşam kararlarını kendi küçük kaprislerine göre alabilen omnipotan bir yapıya mı öykünür katil, yoksa tersine, öldürme sorumluluğundan feragat ederek kaderin emrettiğini infaz eden seçkin bir varlığa mı?
 
Chigurh’taki ödünleyici şiddet eğilimleri, polis taklidi yaparak iki polisi öldürmesi, gayet rahat kuşa ateş etmesi ve motel odasında üç adamı soğukkanlı ve seri bir şekilde öldürmesinde izlenebilir. Bu örnekler bize katilin bir ölümsever olduğunu söyler. Kesinlik peşinde koşan, düzenli, saplantılı ve bilgiç kişiler olarak tanımlanan ölümseverler, ya yaşamayı sevmiyorlardır ya da yaşama karşı umursamaz bir tavır içerisindedirler. Chigurh’ta bu özelliklerin hepsi görülebilir. Moss ile karşılaştığında istikrarlı ve kendinden emin aralıksız ateş etmesi, bacağından yaralandığında ilâç almak için gittiği marketin önünde gayet rahat bir tavırla yangın çıkarması ve sonrasında acı çekmesine rağmen yarasını bilgiçlikle tedavi etmesi ölümseverliğini gözler önüne serer. Kendinden emin, bilgiç bir tavırla “Yolculuğun sonunu biliyorum.” deyişi de yine ölümseverliğini vurgular.
 
Moss ile Chigurh arasında başvurdukları şiddet açısından bir benzerlik görünmez. Çünkü Moss ödünleyici şiddetle, yani yok etme arzusuyla yaşayan biri değildir. O, aslında kendisine yöneltilen tehdit karşısında bir koruma alanı açmak ister ve bu yüzden Chigurh’a karşı tepkisel şiddet uygulamaya çalışır.
 
Chigurh karakteri, sıradan sinema seyircisinin bir antagonisti (anatheması) olduğundan bütün yansıtmalı özdeşimlerin de hedefi hâline gelir. Sıradan olabilmek için bütün aşırılıklarını bilinçdışına iten kişi/seyirci, karşısında bastırdığı özellikleri gördüğünde bunların kaynağının aslında kendisi olduğunu hissetmemek için normalden yoğun bir tepki gösterir. Bunun sadece senarist-yönetmen işbirliği ile üretilmiş kurgu bir karakter olduğunu unutur ve öyle bir hâle gelir ki oyuncuyu yolda görse saldırır. Ruhunda meydana gelen büyük bir öfke ve nefret dalgası, onu temelinden sarsacak raddeye varabilir. Bu yüzden de öfkeyi daha büyük bir öfkeye ve nefreti de daha büyük bir nefrete dönüştürür. Böylece bir zamanlar bastırdıkları ile yüzleşeceği yerde, onları artık bastırmak yerine kendi dışına, yani başkasına (anathemasına) atar (yansıtır).
 
Peki ama seyirci filmden neden memnun ayrılır; tekrar seyreder veya benzerlerini görmeye gider? Nefret bu kadar yoğunsa tekrar seyretmeye neden rağbet gösterir? Bu da yansıtmalı özdeşim mekanizmasının özdeşim kısmıdır. Bu kurgu karakter, sıradan, ahlâklı insanın hiçbir zaman yapamayacaklarını yapar ve bilinçdışı fantezilerini eyleme döker (acting-out). Üstüne üstlük bu psikopatlar, sıradan insanın hayranlığını çeken bazı özelliklere sahiptir. Gündelik hayatın gidişatından etkilenmedikleri için seyirci üzerinde çok güçlü bir izlenim bırakır, özgüvenleri ile gıpta uyandırırlar.
 
Peki Chirgurh’daki böylesine bir yok etme arzusu nereden kaynaklanır? İnsanın nesnellik durumunu aşıp salt insan olamaması bunun başlıca sebebidir. Sadizmin özünü oluşturan “bir canlı üzerinde tam bir egemenlik kurma dürtüsü” de yok etmeyi amaçlayan şiddetin bir alt sebebidir. Bu şiddette, güce sahip olma, kontrolü elinde bulundurma temaları içkin bir hâldedir. Bu temaları içeren şiddet, normal bir bireyin yaşama isteği kadar yoğun ve güçlüdür. Çünkü yaşanmamış bir yaşamın sonunda zorunlu bir şekilde meydana gelir. Chigurh öldürmek için yansıtmalı özdeşime ihtiyaç hissetmez. Çünkü o, şiddet duygularını bilinçdışına itebilen birisi değildir. Hatta tersine bu durum, onun uygulamalarında bir üslûba çevrilir. Chigurh öldürürken karşısındaki onun için bir nesneye dönüşür, yani kurbanı bir hayvandan farksızdır.
 
Bir insanın karşısındakini bir nesne ya da bir hayvan gibi görmesinin sebebi nedir? Bir insanı karşısındakine bağlayan anlam bağı bu kişide neden oluşmamıştır? Chigurh bir bebekken annesi ile böyle bir bağ kuramamış mıdır? Bir bebeğin en temel psikolojik ihtiyacı, hatta nörolojik refleksi böyle bir bağlanmayı gerçekleştirmeye yöneliktir. Hatta Freud’un o temel içgüdüleri bile bebeği bu bağlanmaya iten hislerdir. Minik bebek, karşısındakinin bağlanmaya değmeyecek bir şey olduğuna bir kez inandığında ise artık etrafındaki herkes şeyleşir, birer nesne hâline gelir.
 
Böylesi bir şiddetin bastırılması nasıl gerçekleştirilir diye sorduğumuzda, cezalandırılma duygusunun denenmesi önerilebilir. Ama aslında tek çözüm, insanın özünde sahip olduğu yaratıcılığı ve insanca güçlerini üretici bir şekilde kullanabilme becerisini geliştirmektir. Günümüz hayat algısının, yani yaşamayı sevip ölümden korkmanın tam tersi olan bu durum nasıl açıklanabilir? Makineleşen insan, kendi özünden uzaklaşıp artık nesne olmanın ötesine geçemiyorsa hayatını nasıl anlamlandırabilir? Mekanik araçları canlılardan daha çok seven cansız ve mekanik bir zihne mahkûm edilen insan, artık bir tüketim nesnesi hâline gelir. Peki, bir nesne olarak yaratılmayan insan nesneleştiğinde ve etrafındakileri de birer nesne olarak gördüğünde ne olur? Yok olma yolunda umutsuzluk içerisinde kıvranır. En nihayetinde ölüme ya da toptan bir yıkıma doğru kayar.
 
Nesneleşen insan meselesi günümüzde neredeyse her alanda olduğu gibi sinemada da önemli bir sorun. Sinemada yıkıma, sadizme ve şiddete artık fazlasıyla yer veriliyor. Coen Kardeşler’in nihilist bir tutumla çektikleri bu iki film gibi birçok örnekle karşılaşmak mümkün. Böylesi filmlerin ortaya konulma amaçlarının nesneleşmiş insanın heyecanını tatmin etmek olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyor. Sinemada şiddetin çözümlemesini yaparken hitap edilen seyircinin psikolojik durumu da önem kazanıyor. Çünkü modern toplumda nesne hâline gelmek zorunda bırakılmış birçok insan, bu durumdan biraz olsun kurtulmak için (kendisi uygulamasa bile uygulandığını gördüğü) şiddet içerikli filmleri izleme yoluna giderek özneleşmeyi umut ediyor ne yazık ki.
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..