Yerli Diziler
Dosya Arşivi
HP 16 Mayıs-Haziran 2010
Kamera, Motor! Şiddet!
27.05.2010 Ben Sana Mecburum Hasanali Yıldırım
Sinema ile şiddet beşik kertmelidir.
 
Ebeveyn tercihinden neşet etmiş bir kertme değil bu aslında; sonradan olma ve gönül rızasıyla. O yüzden de gayri tabii gelmez taraflara. Her iki taraf da razıdır bu kertmeye. Çünkü hareketli görüntüde “kendiliğinden saklı” hareket, sinemanın birincil olmazsa olmazı. İşte bu yüzden sinema adıyla dünyada izlenen ilk görüntüler, yalnızca insanları ilk kez bu denli dehşete düşüren hareketli görüntüler değil, aynı zamanda ilk sanal dehşet kaynağıydı da.
 
Sinemanın ilk cümlesi şiddet barındırıyordu açıkçası; muhtemelen son cümlesi de bu yolda ilerleyecek. Şiddet ve ikiz kardeşi dehşet, ilk sinema gösteriminde perdeye yansıyana nasıl bir hınçla yapışmışlarsa artık, bugün dahi o kulvarda seyretmekteler; elele ve kolkola.
 
Gerçek hayatta sözün bittiği yerde başlayandır şiddet; sinemada ise sözün başladığı yerde.
 
Sinemanın üç altın madeni vardır: şiddet, dehşet ve cinsellik. Bazılarında eser miktardadır bu öğelerden en az birinin oranı, bazılarında bol kepçe. Ama “Sinema neden müteşekkildir?” sorusuna bulunabilecek en isabetli karşılık, bu halitada gizli.
 
Mesele “Bir filmin içinde şiddet sahnelerine hangi oranda yer vermek caizdir?” sorusuna gelip tıkandığında asıl, ortada mesele var demektir. Çünkü şiddet, miktarıyla kendisine cevaz alanı yaratılabilecek bir haslette değildir. Çünkü sinema şiddet yüklüdür. Ve şiddet yükler muhatabına.
 
Uzaktan akrabası tiyatro da benzer bir yapışıklık ilişkisi yaşar şiddetle. Klâsik tiyatro anlayışı basit ama kof bir hokkabazlıkla aşar sıkıntıyı: Şiddeti göstermeyeceksin! Kendisi gösterilmeyen şiddet nasıl sahne alır tiyatroda peki? Etkisi ve sonuçlarıyla.
 
Tiyatro ile sinemanın şiddetle aralarındaki ilişki tarzının farklılığı işte tam bu aşamada karşımıza dikilmekte. Tiyatro modernite ile girdiği ilişki sonrasında şiddete kucak açmakta, sinema ise modern düşüncelere yakınlaştığı oranda şiddete sırtını dönmekte.
 
Tarih boyunca kan, vahşet, ölüm, öldürme nedir bilmeyen tiyatro sahnesi, özellikle 60’lardaki kıvrılmanın ardından, kanlı bir cirit alanına döndü dense yeri. O güne değin ancak kostüm değeri taşıyan kılıçlar kınlarından çıkıp rakiplerin boğazını parçalamaya, yahut yanmayan masa lâmbasının yanı başında, oyunun sonuna değin öylesine duran tabancalar patlamaya başladı.
 
Üstelik şıpınişi dramalarda değil bir tek; çağdaş oyunların herhangi birinde şiddetin nasıl tezahür edeceğini tahmin etmek olanaksızlaştı. İşin belki daha ilginç yanı, tiyatroyla özdeşleşmiş klâsiklerin herhangi birinin, örneğin zamanımızda sahnelenmiş bir Hamlet’in, çağdaş dramaturji anlayışının süzgecinden geçmiş zamane versiyonunda kan gövdeyi götürebilmekte.
 
İma etmek, beklenen etkiyi elde etmek bakımından çok sönük bir ifade türü artık zamanımızın sinema seyretmiş muhatabının nezdinde.
Tiyatroya oranla sinemada işler daha belirgin tayin edilebilmekte. Gişeye oynamak isteyen bir filmin elinde, artık hiçbir sihri kalmadığı hâlde fevkalâde etkisini sürdüren şu meşhur formül varsa mesele yok demektir: Binlerce kez denenmiş anlayışla kotarmak kaydıyla, on binlerce kez anlatılmış hikâyeyi tekrar anlatmaktan gocunma. İçine bolca entrika kat; üzerine biraz cinsellik, yanında az biraz gizem falan… Ve bir de 17+ yaş sınırlamasına takılmayacak oranda şiddet, vahşet, dehşet… Yeter ki bütün bunları tempolu bir kurguyla aktar.
 
“Efendim bir de sanat sineması var hani. Bu söylenilenler ticari sinema için belli oranlarda geçerli olsa da meseleye şu açıdan baktığımızda…”
Hikâye!
 
Sinema şiddettir. Çünkü yapısı gereği “farklı”ya yapışık kalmaya mahkûm bu ifade türü, özü gereği de şiddete meyyal sosyopatlığa yatkındır. Çünkü sinema, bizatihi çatışmadan edemeyen bir ifade türüdür. Hikâyeleme zorunluluğunun getirdiği bir aksaklıktır bu.
 
Sinema, özellikle de tipik sinema, çatışma anlayışı üzerine kuruludur. Çatışma şiddeti doğurur ya. İster bireyin bireyle çatışması olsun bu, isterse bireyin içinde yaşadığı toplumla yahut bizzat kişinin kendisiyle…
 
İşte o yüzden yalnızca ticari sinema için bir kurtarıcı değildir Sam Peckinpah. Sanat sineması denilen ve günümüzde ticaret dışı bırakılamayacağı anlaşılan sinema anlayışı için de “estetik” ile “estetize edilmiş”in bulanıklaştığı puslu ortamda dil düzleminde birbirlerinden rol çalmayı mutat alışkanlık hâline getirdiklerini hatırlamakta fayda var. (Tam burada, “estetik” ile “estetize edilmiş” sıfatlarının değer yüklü düzlemde, birbirlerine taban tabana zıt anlamlar yüklendiklerini vurgulamak yararsız; bilmekteyim.) Şimdiden uyarayım: Peckinpah'ın surda açtığı gedikten resmi geçit yapan isimlere dikkatle baktığınızda aralarında tahmin edilemeyecek miktarda “gayri ticari” yönetmenin yeraldığını görmek dudağınızı uçuklatabilir.
 
Demek ki bir kez daha vurgulamakta yarar var: sinema-şiddet ilişkisini ele alırken işi “Sinemada şiddetin ne kadarına izin verebiliriz?”e dökmek, abesle iştigal sayılsa yeri.
 
Avrupa-merkezli (bir başka açıdan baktığımızdaysa Avrupa-merkezci) düşünme anlayışının en bariz tezahür zeminini sinema ürünlerinde süzeriz. Bu düşünce anlayışının derinlerinde saklı, muhtemelen köklerinin izini pagan dönemlere değin sürebileceğimiz kimi öğeler, beyazperdede izlediklerimize ne düzeyde arkaplânlık teşkil etmekte? Başka bir ifadeyle: Doktor Jekyll ile Mr Hyde aslında geçirgen ve bir tek karakter değil mi?
 
Demek ki ilkin muhatabını tatmin takıntısından sıyrılması gerek sinemanın. Ardından insanın bizzat kendisini, sonrasında olanca geniş anlamıyla çevresini, nihayetinde de tanrısını idrake yönelik sahici meselelere yönelmesinin ardından devşirdikleriyle mevcut sirk maymunu dili bir tarafa bırakması.
 
Seyirci röntgenciliğe mahkûm edildiği müddetçe sinema şiddetin pençesinden kurtulamaz çünkü.
Hasanali Yıldırım - DİĞER YAZILARI
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..