Yerli Diziler
Dosya Arşivi
Temmuz-Ağustos 2011
Türk Sineması Araştırmalarının Dünü Bugünü
18.07.2011 “Film eleştirisi eskisi kadar özgür ve sinemanın tüm birikimini kucaklar yapıda değil” Murat Tolga Şen

a) Eskiden sinema yazarları film eleştirilerini gördükleri yapıtın ne kadarının "7. sanat" olduğuyla ilişkilendirerek yazıyordu. Bu konuda da epey acımasızdılar. İzlediği filmde her şeyden önce sanatı arayan dönemin seyircisine iyi gelen yaklaşım da buydu zaten. Fakat sinemanın başlangıcındakine benzer bir şekilde yeniden bir lunapark eğlencesine evrildiği günümüzde iş biraz tersine döndü, buna bağlı olarak "sinema yazarı" artık dokunulmaz ve mutlak yargılayıcı konumunu yitirmiş durumda. Bir zamanlar sayıları gerçekten az olan isimlerin yazdığı her şeyi onların beğenisine göre iyi ya da kötü olarak değerlendiren bir seyirci profili yok artık. Seyircinin geneli artık sinemaya "eğlenmek" için gidiyor ve kendi algılarına yakın tavsiyeler almaktan hoşlanıyor. Sinemaya gidenlerin bir film eleştirisinden çıkarmak istedikleri ilk şey, bu filmin seyredilmeye değer bir yapım olup olmadığı. Burada da sizin yazdığınız filmi hangi yaş grubuna, seyirci profiline tavsiye edebileceğinizi iyi belirlemeniz gerekiyor çünkü neredeyse her yapımın onu çok sevecek bir izleyici kitlesi mevcut. Şartlar ve bilgiye ulaşma hızı bu kadar değişirken bu işi bir meslek haline getirmiş olan sinema yazarlarının gerekliliği dahi sorgulanır bir hâl aldı ve özellikle internet sözlükleri ve bloglarda aslen kendisi de "seyirci" olan ama iyi kalem oynatan bazı yazarlar durumu "sinema yazarı"nın aleyhine olacak bir şekilde yeniden şekillendirdi. Kadim kalemlerin blogları ya da internet üzerindeki medyaları ciddiye almak istemeyişlerini bir tür meslek direnişi olarak görmek mümkün. İşe yaramayacak gibi görünen türden bir direniş, Alamo'nun son şafağı...

"Film eleştirisi" okuyan seyircinin bu konuda isim seçmeyip sadece kendisi için gerekli ve minimal bilgi/tavsiyeye ulaşma isteği yüzünden oluşmuş, karşılıklı olarak bir küsme halinden bile söz edebiliriz. Seyirci, filmlerle ilgili ön bilgiyi ve izlence sonrasındaki anlama halini, sözlükler, bloglar, forumlar ve sosyal medya üzerindeki tartışma ortamlarında kendisi de bir eleştirmene dönüşerek zaten yapıyor. Oysa sinema yazarlarının önemli bir kısmı, durdukları yeri bir tahtken sallanan sandalyeye dönüştüren durumdan memnun gözükmüyorlar. Bunun acısını gişe filmlerine sırtını dönerek, danışmanlıklarını, ön jüriliğini yaptıkları etkinliklerde bu filmleri kale almayarak çıkarıyorlar. Sonuç: Türkiye'deki tüm festivallerde ödüllere boğulan ama vizyona çıktığı vakit bin kişi tarafından bile seyredilmeyen filmler ve bu filmler yüzünden gelişen seyirci önyargısı sebebiyle oynayacak salon bulamayan, gişe ya da festival kaygısı olmaksızın yapılmış gerçekten iyi filmler...     

Bunu biraz daha açarak, durumun epey tehlikeli bir hâl aldığını ve Türk sinema sektörünün genel üretim kalitesini düşürdüğünü bile iddia edebilirim. Konuyla ilgili ayrıntılı bir dosya hazırlamayı da plânlıyorum ama şimdilik sadece şu kadarını söyleyeyim: Sadece "minimalist" olduğu için sinema yazarları tarafından göklere çıkarılan ya da iyi olmasına rağmen "gişeye oynadığı" için asla görülmeyen filmler salonların film seçerken dengesini bozarak hem üretim hem de fikir anlamında güçlü olan eserlere zarara vermekte... Bunun bir örneğinin bu yıl yaşadık. Bol ödüllü filmlerin salon hezimetinden Gölgeler ve Suretler gibi bir film de payını aldı ve sadece yirmi beş kopya ile gösterime girebildi. Aynı hafta Kolpaçino filminin 400'e yakın salonda gösterildiğini eklemek isterim. Sinema yazarının artık gerçekten iyi ve "sinema" olabilen işleri, seyirciye diklenmeden yazması günümüz şartlarında gerekli bir misyondur.

b) Türkiye şartları söz konusu olduğunda, insanların film eleştirisi okumanın sebebi biraz da ekonomik. Seyirci cebindeki kısıtlı para ile iyi bir film seyretmek için bir kılavuz ve nihayetinde sevdiği filmleri daha iyi anlamak için bir bilge arar. Böyle bir frekans aralığında yazan sinema yazarını takip etmek ve onun sayesinde sinemasal algıları açmak çok keyiflidir. Öncelikle, sinema salonlarının AVM'lerin içine dâhil edilmesiyle yaşanan hizmet kalitesinin yükselmesi ve buna bağlı olarak bilet fiyatlarının epey artması durumu var. Artık çok ucuz bir eğlence olmayan "sinemaya gitme" faaliyetinin en iyi yön göstericileri hâlâ filmleri herkesten önce gören ve eleştiren sinema yazarları ama klâsik yöntemlerle bu işe devam edilenlerin okunduklarını, okunsalar bile ciddiye alındıklarını sanmıyorum. Film eleştirisi de eskisi kadar özgür ve sinemanın tüm birikimini kucaklar bir yapıda olamıyor ne yazık ki... Sinemaya giden insanlarının 13-25 yaşında olduğunu göz önüne alarak oldukça hafızasız ve -üzülerek yazıyorum- meraksız bir seyirci için film eleştirisi yapmak durumundayız. Salonlar ve bu salonlarda gösterilenler değişirken eleştiri de değişiyor. Artık seyirciye meydan okumak yerine yazdığımız filmi, doğru seyirci ile buluşturabilmek derdindeyiz. Tabii bu söylediklerim vizyona dahil, güncel üretimler için geçerli. Özellikle internet yayınları için yapılan film eleştirilerinin eskisi gibi dallı, budaklı olamadığını da yazabilirim. Kısa şeyler okumaya alışmış insanlara sayfalarca film eleştirisi okutamıyorsunuz. Basılı medya -dergileri kastediyorum- bu durumda hâlâ avantajlı, daha bilinçli ve meraklı bir okur profiline sahipler.

c) Çok kısa bir süre öncesine kadar sinema üzerine çıkan yayınlar orta boy bir kitaplığın tek bir rafını bile doldurmaktan acizken artık sadece sinema üzerine yayınlanmış Türkçe içerikli eserlerden oluşan bir kütüphane açılabilir sanırım. Fakat bu bolluğun okurun aklını karıştırmak dışında çok fazla bir kıymeti yok. Benim Türk sineması ile ilgili yazılarımı yazarken kaynakça olarak kullandığım kitaplar yine Agâh Özgüç, Giovanni Scognamillo, Metin Demirhan, Burçak Evren, Atilla Dorsay gibi eski kalemlere ait olanlar çünkü yeni yazarların doğru bilgi verirken aynı zamanda okunabilir olmaya çok dikkat ettiklerini sanmıyorum. Bazı kitapları daha kitapçıda göz atarken bir didaktizm bataklığına saplandığımı hissedip elime aldığım hızla rafa geri bırakıyorum.

Türk sinemasıyla ilgili kitap ve tezlerde dikkatimi çeken bir diğer sıkıntılı durum da sürekli olarak genel bir yaklaşım içinde bulunulması, en fazla yıllara ya da on yıllara bölünmüş bir kategorilendirme içinde çalışmalar yapılması durumu. Türk sinemasıyla ilgili türler ve alt türler hakkında yayınlanmış eserlerde ne yazık ki çeşitlilik mevcut değil.  1999 yılında yayınlanan Giovanni Scognamillo ve Metin Demirhan imzalı Fantastik Türk Sineması çalışmasının üzerinden geçen 12 yıla rağmen ona yakın ya da aşan herhangi bir yayından söz edemeyişimi durumu örneklemek açısından yazmak isterim.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..