Çocuk bakış açısını yansıtan filmlerin ülkemizde fazla üretilmiyor olmasından yakınan ve çocuklara yönelik işlerdeki tecrübelerini sinemaya aktarmak isteyen Ümit Köreken, ilk uzun metraj filmi Mavi Bisiklet’te zorlu bir projeyi hayata geçiriyor. Bir grup taşralı çocuğun, karşılaştıkları adaletsizlik ile mücadelesini konu alan filmin hemen bütün yükü çocuk oyuncuların üstünde. 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dallarında Altın Portakal ödülü ile dönen Mavi Bisiklet’in yazım, yapım ve cast süreçlerini yönetmen Köreken ile konuştuk.
Filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı, nelerden esinlendiniz?
Filmin hikâyesindeki her şey gerçek olayların bir parçası: Başkanlık konusu, bisiklet özlemi, yıllar önce tren yolunda bulunan hâlâ gizemini koruyan faili meçhul ölüm ve çocukların demokratik hakları için verdikleri var olma mücadelesi. Uzun yıllardır çocuk ve ailelerle çalışıyoruz. Çocuklar için TRT Radyosu’na arkası yarınlar, Devlet Tiyatroları’na oyunlar yazdık. Tüm bu süreçlerde dünya sinemasını yakından takip ediyor ve yaptığımız çalışmaları sinemaya nasıl aktarabileceğimizi düşünüyorduk bir yandan. 2009 yılında Mavi Bisiklet’in tiyatro oyununu yazmıştık. O dönem Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın senaryo geliştirme desteği verdiğini öğrendik ve ilk senaryomuzu yazarak başvuru yaptık. 2010 yılında destek aldık. Çocuk sorunlarını işleyen filmleri araştırmaya başladık ve Türkiye’de yok denecek kadar az olduğunu gördük. Mavi Bisiklet’in katıldığımız uluslararası ortak yapım marketlerinde dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde, çocuk ve aileler için filmler kategorisinde nerelerde ve nasıl yer bulabileceğini gördük. Ülkemizde bu alanda üretim yapılmaması hususuna takılmadan Mavi Bisiklet’in var olması için büyük emek sarf ettik. Kendi ülkemizde de bu algıyı ve ilgiyi görmesi için ümidimizi koruyarak çalıştık. Burada çocukların oynadıkları filmlerden ziyade, çocuğun özne olduğu, çocuk bakış açısını, çocuğun çözüm bulma biçimlerini, çocuk dünyasını anlatan filmlerden bahsediyorum.
Hikâye adalet teması etrafında şekilleniyor. Sizce adalet duygusu her insanın doğuştan getirdiği bir özellik midir? Adalet mücadelesinde Ali’yi diğerlerinden ayıran nedir?
Adalet duygusu, kişinin kendisi için istemediklerini yalnızken dahi başkaları için istemeyen, kendisi için istediklerini tüm insanlar için isteyebilen bir vicdanla varlık bulabilir. Yeni doğan bir bebeğin adaletten önce karnını doyurmaya ve bakılmaya ihtiyacı var. Bebeklik döneminde temel bakım konularında ihmal edilmiş bir çocuksa ve bu ihmal büyüdükçe artmışsa ilk hissedilen duygulardan biri dünyanın bu kişiye adaletsiz davrandığı yönündedir. Ve o kişi hayata tutunma içgüdüsüyle hak aramaya başlar. “Mücadele etmezsen kazanamazsın!” duygusu toplumdaki farklılıklarla derinleşir ve adaletsizlik duygusu büyür. Bunların sonucunda, bu duyguyu bastıran insanda izolasyon, ortaya çıkaran insanda da agresyon olarak ortaya çıkabilir.
Ali, yetişkin dünyasındaki bir adaletsizliğin yakın tanığıdır. Babasının ölümü onlara göre bir cinayet, delillere göre ise kazadır. Ali karakterindeki on iki yaşındaki bir çocuğun belli öğretilerle gelip yetişkin dünyasındaki karşılaştığı durumu yorumlama biçimi: Adaletsizliktir. Bu yüzden içindeki adaletsizlik duygusu onun kendi mecrasında ortaya çıkmak için karşısına çıkacak ilk fırsatı kollayacaktır, Ali karakterinin ekseninde olduğu gibi. Ali karakterini diğerlerinden ayıran en belirgin özellikleri çalışkanlığı, sürdürülebilirliği ve kararlılığıdır.
Çatışmadan olabildiğince arındırılmış, kötünün mutlak kötü olmadığı, adaletin yerini bulduğu bir hikâye anlatıyorsunuz. Bu, yazarken öncelediğiniz bir konu muydu?
Çocuk bilinci iyiyi ve kötüyü siyah-beyaz gibi ayırıp dünyayı kategorize eder. Bu çocukluk döneminde çok normal bir davranış. Yetişkin bilinci ise iyilik ve kötülüğün iç içe olduğunun farkında olmalıdır. Birine iyi gelen bir davranış bir başkasına kötü gelebilir. Şimdiye kadar yazdığımız tüm oyunlarda, senaryolarda, öykülerde buna özellikle dikkat ediyoruz. Karakteri sadece iyi ya da kötü diye tanımlamak yerine her birinin kendilerine has sebeplerini göstermeyi tercih ediyoruz. Sonrasında iyiye, kötüye ya da her ikisine birden karar vermek izleyicinin seçimi. Adalet yerini buluyor mu gerçekten? Bunu bilmiyoruz. Ali’nin babasının ölümü ile ilgili bir tanık ortaya çıkıyor. Başkanlık konusu çözülmüş gibi görünüyor. Elif gidiyor. Aslında yaşam akmaya devam ediyor. Ali biraz daha büyüyor ve yaşamda iyilik ve kötülük gibi, mutluluk ve hayal kırıklıklarının da iç içe olduğuna tanık oluyor. Bu da çatışmanın insanın benliğindeki en öz hali bence.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 55. sayısında okuyabilirsiniz.)