İki Dil Bir Bavul belgeseli ile tanıdığımız yönetmen Orhan Eskiköy’ün dördüncü uzun metrajlı çalışması Taş, 13 Ekim’de vizyona girdi. Issız bir dağ köyünde geçen ve yirmi yıl sonra köye gelen bir gencin yarattığı gizemin peşine düşen Taş, inanç olgusuna dair soru ve sorgulamalara kapı aralıyor. Zamansız ve mekânsız bir atmosferde kadim soruların peşine düşen yönetmen Orhan Eskiköy ile Taş’ın geri planındaki düşünsel yolculuğu ve biçimsel tercihlerindeki motivasyonu konuştuk.
İki Dil Bir Bavul ve Babamın Sesi, ülkemizin sorunlarına doğrudan değinen yapımlardı. Taş ise fazlasıyla “kurgulanmış” bir evrende geçiyor. Nasıl bir düşünsel sürecin sonunda bu noktaya geldiniz?
Ülkenin içindeki sorunlar bitecek gibi görünmüyor. Bu filme başlarken de aynı dertler üzerine düşünüyordum. Fakat bunları düşünürken film yapmaktan başka sorumluluklar duyduğumu da fark ettim. Sonra istediğim gibi bir filmi hiçbir zaman yapamayacağım korkusuna kapıldım. Hatta ülke böyle giderse benim gibiler bir daha film yapma şansını bulamayacaklar diye de ayrıca korktum. Sonra böyle bir film yapmaya karar verdim. Omuzlarımda hissettiğim ve kendi kendime yüklendiğim politik gerçeklerden, politik ama gerçeküstü bir yere doğru baktım.
Taş’ta inanç köydekileri birleştiriyor ve ayırıyor. Davranışlarının meşruiyetini sağladığı gibi, kişilerin söylemlerini ve hatta aralarındaki iktidar ilişkilerini etkiliyor. Böyle bir hikâye anlatma fikri nasıl ortaya çıktı?
İnanmak en çok iktidarda olanların eline geçtiğinde araca dönüşür. Bir gün söylediklerini başka bir gün yine aynı nedenle unutuverirler. İnanç, inanılan ile inanan arasında kalmaz ne yazık ki. Sürekli ya dışavurulur ya da sesli biçimde başkalarına malzeme olur. Ülkeme baktığımda böyle bir tablo gördüğüm için bu filmi yaptım.
Selim’in meçhul geçmişi, yakın tarihimize referanslar verse de bu referanslar mümkün mertebe eksiltilmiş. Daha dolaylı ve kavramsal bir anlatıyı mı hedeflediniz?
Güncel olan ve bazı duygulara karşılık gelen dokunaklı filmler yapmak istemiyorum. Uzun yıllardır tartışılan ve tartışılması muhtemel kavramlar üzerine düşünüyorum. Anlamadan sürekli duygulanıyoruz. Sonra da neye duygulandığımızı unutuyoruz. Hatta körleşecek kadar unutuyoruz. Anlam doğrudan kavranamaz benim açımdan. Herkesin anlamı kavramak için soracağı sorular farklıdır, bulacağı cevapları yorumlama şekli de. Bu nedenle cevapları yüzyıllardır aranan birkaç soru sordum. Kendi cevaplarımı dikte etmeden vermeye çalıştım.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 61. sayısında okuyabilirsiniz.)