ABD’de tüm zamanların en çok izlenen Türk filmi olan Kedi, şimdi de Türkiye’de vizyonda. Kariyerine İstanbul ve Londra’nın ardından Los Angeles’ta devam eden yönetmen Ceyda Torun ile belgeselin nasıl hayata geçirildiğini, hoşgörü kültürünü, şehir hayatının zorluklarını, ama en çok da İstanbul’un kedilerini ve insanlarını konuştuk.
Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
İstanbul’da doğdum ve on bir yaşıma kadar burada yaşadım. Çocukluğum Caddebostan’ın arka sokaklarında bisiklet üzerinde, ağaç tepesinde ve kedilerle birlikte geçti. Sonra ailemle dünyanın başka yerlerinde yaşamaya başladık fakat her sene İstanbul’a döndük, hiç kopmadık. Şehir ne kadar değişse de kediler hep vardı ve hep dostum oldular. Lise yıllarımı New York’ta geçirdim. Sonra Boston Üniversitesi’nde Antropoloji okudum. New York’ta biraz çalıştıktan sonra İstanbul’a döndüm ve bir yapım şirketinde çalışmaya başladım. Film deneyimim burada başladı. Ardından Londra’da dört sene yönetmenlik ve yapımcılık yaptıktan sonra Los Angeles’a taşındım ve o gün bugündür orada film işleriyle uğraşıyorum.
İstanbul’un kedileri hakkında bir belgesel yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
İstanbul’un sokak kedileri, İstanbul’un kendisi, benim için çok değerli. Çocukluğumda en yakın dostlarım binamızın arka bahçesindeki Boncuk ve yavrularıydı. Onlara çok şey borçluyum. Keşke otuz sene evvel biri bu belgeseli yapmış olsaydı diye düşünerek, özel ilişkiyi, bu kedilerin güzelliğini, insanlarımızın ve şehrimizin ne kadar kıymetli olduğunu kendimize hatırlatan, ve umarım otuz sene sonra seyrettiğimizde değerini hâlâ bileceğimiz hikâyeler yakalamak istedim.
Yapım süreci nasıl geçti?
Çekimlerden üç ay evvel sokaklarda araştırmacılarla gezdik, bize her mahallede, her türlü ortamda yaşayan kedi hikâyeleri bulmalarını istedik ve sonuç olarak otuz beş kedi tespit ettik. Kediler her zaman beklendikleri yerde olmadıkları için bu sayı çekimlerde on dokuz kediye düştü! Ana kriterlerimiz kedilerin bir mahallede birden fazla insanı birleştirmesi, sanatçılarla ve esnafla özel ilişkileri olmasıydı. Binlerce senedir İstanbul’da var olan kedi-insan ilişkisini öne çıkartabilecek hikâyeler aradık. Elbette mekân ve görsel de önemliydi. İstanbul’u bildiğimiz turist videolarından veya haberlerde gördüğümüzden farklı göstermek istedik.
2014’ün baharında, üç ay araştırmadan sonra, iki buçuk ay, her gün, uyanık olduğumuz her saat çekim yaptık. Montaja yüz seksen saatlik bir görüntüyle oturduk, on iki aya yakın süren montajdan sonra festivallere yollamaya başladık.
Kedi, bir vahşi doğa belgeseli mi yoksa toplumsal/şehre dair bir belgesel mi? Siz nasıl kategorize edersiniz?
Kedi’ye başladığımızda tam olarak nasıl bir film olacağını bilmiyorduk. BBC belgeselleri ya da March of the Penguins tarzında bir film çekemeyeceğimizi hemen anladık. O kadar büyük bütçemiz yoktu ve senelerce çekim vaktimiz olamayacaktı. İstanbul’u mahalle mahalle gezdik, kedilerle ilgilendiklerini gördüğümüz ya da öğrendiğimiz kişilerle konuşarak kedilerin hikâyelerini araştırdık ve bu süreçte tanıştığımız, konuştuğumuz İstanbulluların da belgeselin önemli bir parçası olması gerektiğini gördük.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 59. sayısında okuyabilirsiniz.)