Derdo Ana ve Ceviz Ağacı, 1975’te kocası bir toprak kavgası sonucu öldürüldükten sonra sekiz çocuğuyla birlikte Bitlis’ten İstanbul’a göç eden Derdo Ana’nın hikâyesini anlatıyor. 36. İstanbul Film Festivali’nde, ulusal belgesel yarışmasında En İyi Belgesel ödülünü kazanan filmin yönetmeni Serdar Önal ile Derdo Ana’nın beyazperdeye yansıyan serüvenini konuştuk.
Sinemaya nasıl başladın?
Nerede başladığımın cevabını tam olarak bulamıyorum açıkçası. Çok film izleyen biriydim. Film çekeceğim diye bir çocukluk geçirmedim. Öğretmenliğe başladığımda başka bir meslek yapma gereği hissettim çünkü hayatımın sonuna kadar öğretmenlik yapacağımı düşünmüyordum. O ara divxler çıkmıştı ve altyazılı filmleri bilgisayarda izleyebilmek benim için büyük olaydı. Filmlere bakış açım değişti. Bir yerden sonra “ben de yapabilir miyim” sorusu çıkıyor ve kendi kendine “neden olmasın” cevabını veriyorsun.
İstanbul’a gelip sinema ile ilgili yüksek lisans yapmaya karar verdim. Facebook yeni çıkmıştı, lise arkadaşım Ömer’le (Çapoğlu) yıllar sonra birbirimizi orada bulduk. İkimizin de kafasında film yapmak vardı. Beraber bir şeyler yapmaya karar verdik. O ara Wong Kar Wai’yi keşfetmiştik. Wong Kar Wai’den etkilenen bir yerli karakterin hikâyesini anlatma fikri ortaya çıktı. Bunun üzerine çalışmaya başladık. Senaryo çalışmalarımız da bir yandan devam ediyordu. Arada kendim belgesel yapmaya çalıştım. İstanbul’a futbolcu olmaya gelen Afrikalı bir çocuğun hikâyesini çektim. Çok iyi olmadı, biraz amatörceydi. Kısa filmin senaryosunu bitirince çekmeye koyulduk. Kısa filmle birlikte festivaller gezdik, ödüller aldık. Bu bizi bayağı motive etti.
Derdo Ana’yla nasıl tanıştın?
İstanbul’a ilk geldiğimde Derdo Ana’nın torunu Mary ile tanıştım. Mary benim tanıştığım ilk Türkiyeli Ermeni’ydi. Bitlisli olduklarını öğrenince çok şaşırdım. Bitlis’te Ermenilerin olduğunu bilmiyordum. Babaannesi Derdo’dan, kırk yıl önce İstanbul’a nasıl geldiklerinden bahsetti. Derdo’nun hâlâ köyünden kopamadığından, yazları ceviz toplamaya gittiğinden bahsedince kafamda belgesel fikri oluştu. Fikir aşamasındayken Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu’na başvurdum. Finale kalınca da jüriye sunum yapmadan bir gün önce gidip Derdo Ana ile tanıştım ve üç saat boyunca yaşadıklarını anlattı. Ertesi gün sunum yaptım ve projem destek için kabul gördü.
Hikâyenin çerçevesini nasıl belirledin? Bu noktada hikâyeye yaklaşımın nasıl oldu?
Tamamıyla geçmişi anlatan bir belgesel olmasını istemedim. Geçmişi dinlerken diğer yandan Derdo’nun günlük yaşamına dahil olduk. Derdo’nun geçmişe takılı kalmadığını, hayat dolu, neşeli ve canlı bir karakter olduğunu da göstermek istedim.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 60. sayısında okuyabilirsiniz)