O kadar çok yazdım ki film festivallerine dair sorunları... Mesleğe başladığımdan beri en sık ele aldığım konu budur korkarım. En son yazdığım yazıda ise isyan bayrağını çekmişim. Madem hepimiz aynı gemideyiz, gemide isyan! Başlığı: “Festivaller yaklaşırken, yerel yönetimlere sitem!” Bıraktığım yerden devam etmek için bu yazıyı çok büyük ölçüde alıntılayacağım.
Önce şunun altını çizeyim: İster makul bütçelerle yerel ya da ulusal düzeyde ister yüksek bütçelerle uluslararası düzeyde film festivali yapabilecek “knowhow” var bu ülkede; hem de azami yarar sağlayarak. Ayrıca gerçekten programı dört dörtlük festivaller yapılıyor. Çok becerikli, vizyon sahibi, deneyimli ekipler oluştu yıllar içinde; bunlar birçok etkinliğe yön verdiler ve vermeye devam ediyorlar. İstanbul Film Festivali'nin, İstanbul Kısa Film Festivali'nin, Ankara Film Festivali'nin, Gezici Festival'in öncü rollerini ve başarılarını kim inkâr edebilir? Uçan Süpürge ve Filmmor Kadın Filmleri Festivalleri, 1001 Belgesel ve Documentarist, !fistanbul Bağımsız Filmler Festivali misali alternatif etkinlikler onları takip ediyor. Adana ve Antalya'da tanzimat çalışmaları sürüyor. Eskişehir'de, Mardin'de, Balıkesir'de kendi ölçeklerinde çalışmalar yapılıyor.
Festivalcilik, ciddi ve art niyetsiz profesyonellere bırakılsa doğru stratejiler belirlemekte pek az sıkıntı çekilir. Kaldı ki her yerde yılda birkaç gün için bir film festivaline enerji harcamaktansa büyükşehirlerde sinematek, küçük yerleşimlerde sinema kulüpleri açmak, arthouse'ları desteklemek daha akıllıca bir yatırım olur.
Fakat devlet desteğiyle dünyanın öbür ucunda, kısa vadede ne beklendiği belirsiz, uzun vadede yararı tartışılır film festivali yapanlar da var, yıllar boyu başarılı festivallere imza atmış organizasyonlardan on kat fazla bütçeyle birer ikişer seferlik heves alma festivali yapanlar da! Sözkonusu kişi, şirket ve vakıfların bu işlere girişmeden önceki mali portreleriyle sonraki mali portreleri arasında kıyaslama yapan bir denetim mekanizması olsa herhangi bir ahlâki kaygı duymamıza gerek kalmazdı.
Biz üstyapıyı tartışıyoruz ama altyapı yok! Hiçbir yerde şöyle dört başı mamur bir film festivali merkezi bulunmuyor. Herkeste film festivali yapma hevesi var da kimsede salon inşa etme niyeti yok. Niyeti olanın imkânı yok. Zaten Batı’da da Doğu’da da böylesi büyük yatırımlar devlet tarafından gerçekleştirilir. Büyükşehirlerdeki eski, görkemli sinema salonları kapandı. Kalakaldık alışveriş merkezi sinemalarıyla baş başa diyeceğim, ama nerede… Aramızda ve etrafımızda kokular saçan fast food dükkânları var.
Koca İstanbul'da bile yabancı kültür merkezleri ve müze salonlarına muhtaç kaldık. Tek bir arthouse sineması (Beyoğlu Sineması) kaldı, o da mahkemelik, kültür yatırımlarıyla ünlü holding ev sahibiyle. Taşra kentlerinde birkaç da ticari sinema varsa öpüp koyalım başımıza! Küçük şehirlerde o da bulunmaz, varsa yoksa bir kültür merkezinin her etkinliğe yarar sahnesi. Bunlar nasıl mimari ve mühendislik harikaları ise artık, konsere, oyuna, film gösterimine eşit derecede elverişli oldukları iddia edilir.
Sinemacılarımızda da şöyle doğru dürüst bir film festivali yapılması için bir beklenti yok. Zaman zaman yakınan oluyor elverişsiz teknik koşullardaki gösterimlerden, ama asıl hedefleri yüksek miktardaki ulusal yarışma ödülleri. Ses ve görüntü kalitesinden yakınmazlar jüriden yakındıkları kadar. Önemli olan büyük para ödülü ise gerisi teferruat… Oysa o kuş katili havai fişek gösterileri, halk konserleri, şatafatlı dekorlar sinemaya aktarılabilecekken bütçeyi kemirir.
Aşağıda alıntıladığım yazıda yerel yönetimlere ve vilâyetlere, gösteri organizatörlerine yükleniyorum, ama onların bu hâle gelmesinin esas müsebbibinin ödül dışında her şeye boş veren sinemacılar olduğunu gözden kaçırdığım sanılmasın. Şöyle bir baktım, bunu da bıktıracak kadar yazmışım çeşitli vesilelerle; ama o paraya, özellikle mesleğe yeni başlayan ve aynı zamanda yapımcı da olmak zorunda kalan yönetmenlerin ne kadar çok ihtiyaç duyduğu gerçeğini inkâr etmeden.
Yangına körükle giden medyaya ise ne desek az. Açılış kapanış için dünyada televizyon kanalları birbiriyle yarışır, bizimkiler üste para ister! Üste para aldığı hâlde canlı yayını kendilerince cazip hâle getirmek için belirli şöhretlerin sunuculuk yapmasını, belirli şarkıcıların konser vermesini şart koşar.
“Ey yerel yönetimler, ayrıca vilayetler, biz ciddi sinemacılar anlatamıyoruz size derdimizi... Bari Onat Kutlar'a kulak verin: Sinema bir şenliktir! Siz eziyete ve tantanaya çevirdiniz! Film festivallerini oyuncak ettiniz elinizde! Bir yaparsınız bir yapmazsınız, durmadan tarihiyle oynarsınız, paraları basarsınız organizatörlere, daha dün kurulmuş şirketlere iş verir, kendiniz de çok anlarmış gibi her şeye karışırsınız, ekipleri değiştirir durursunuz... Salonlarınızda doğru düzgün film gösterimi mümkün olmazken şatafatlı açılış kapanışlarda ortamı taşra pavyonuna döndürtürsünüz...
Organizatörleri el üstünde tutup onların tarifine göre iş yapıyorsunuz. Festival malzemesi olarak birkaç yüz metre saten kumaş, 20-30 metre kırmızı halı, 10- 15 kutu yaldız boya, bilumum alçı heykel, iki diskoteğe yetecek kadar renkli spot, yeter miktarda fleksiglas, kontrplak, vs., etrafta canlı manken gibi dizilmiş güzel genç kızlar, fahiş ücretlere konser veren şarkıcılar ve hepsinin ortasında gülümseyen şöhretler... Bir kenarda da büyük ödüller ve medya tanıtımı uğruna her şeye razı olmuş, gıkını çıkarmayan sinemacılar...
Biliyorum, sizi baştan çıkaranlar var. Şöyle yapacağız, böyle yapacağız, kimleri kimleri getirteceğiz, sizi manşetlere çıkartacağız diye kapınızı aşındırıyorlar. Ama siz de teşnesiniz bu işlere... Kentinizin ve ülkenizin sizden sinema alanındaki beklentilerini karşılamak ve sinema kültürüne katkıda bulunmak için görev üstleneceğinize popülist yaklaşımlarla film festivallerini oy toplama ve medyada meşhurlarla yan yana görünme aracı olarak kullanıyorsunuz.
O kadar açılış konuşması dinledim siz belediye başkanlarından, valilerden ama iyi bir programa vurgu yapanınız pek azdır. Kapanış konuşmalarında izlediği ve etkilendiği filmlerden söz edeniniz, izleyici sayısıyla ya da festival niteliğiyle övüneniniz hiç olmamıştır. Hep birkaç ünlü oyuncunun adını zikredersiniz, yönetmenlerinkini hatırlamazsınız bile. Zaten film seyrettiğiniz de yok, sakın işleri bahane etmeyin, bu da bir iş, bu da bir görev.
(...)
Bir tutarsızlık, bir kararsızlık içindesiniz! Kararlı olduğunuzda da yanlış kararlar alıyorsunuz. Film festivallerine önce bir hevesle girişiyorsunuz, hatta bazen yalvar yakar yaptırıyorsunuz sonra havlu atıyorsunuz. Sinemayla, sanatla, kültürle zerre kadar ilgisi olmayan anlamsız politik çekişmeler ve yerel çıkar çatışmalarıyla güzel girişimlerinizi yiyip bitiriyorsunuz. Kamu yararı için bir müşterekte birleşmek ve devamlılığı sağlamak bu kadar mı zor? Siz devam ettirseniz, festivali kurumsallaştırmadığınız için halefleriniz sırf size inat vazgeçiyor düzenlemekten! Festivallerle ben de durmadan uğraşıyorum, ben de beğenmiyorum çoğunu. Ama bir yapıyı ıslah edeceğinize, düzelteceğinize onu yok etmenin neresi icraat?”
Toplu bir zihniyet değişimi lâzım diyerek bitirmişim yazıyı. Söylemesi kolay da yapması? Yönetimi, medyası ve halkıyla bir film festivalinin sahipleri kendilerini “yerel” olmaktan, “yerel” düşünmekten kurtarmadıkça, evrensel boyutta bir iş yaptıklarını kavramadıkça film festivallerimizi istenen düzeye çıkaramayız.
Yöneticileri makul olmaya ikna etmek, medyaya kaliteli malzeme vermek büyük ölçüde mümkün, peki ama televizyon karşısında ipnotize olmuş izleyici kitlesini ne yapacağız? Filmi artık dizilerden ayırt edemez hâle gelenleri nasıl kendilerine getireceğiz? Rol aldığı bir iki film hiçbir festivale seçilemeyecek ticari balonlardan olan ekran şöhretini yakından görmek için tutturanları nasıl ikna edeceğiz? Bu ülkenin hakiki gururu olan sinemacıların uluslararası alanda yere göğe konamayan, en büyük ödülleri kazanan filmlerinin seçkin oyuncularına “Bu da kim?” diye burun kıvırma küstahlığına aldırmadık diyelim, onların seçmen sıfatıyla yaptıkları baskıyı nasıl kaldıracağız ortadan?
Film festivalleri izleyicinin gayriresmi eğitimi için büyük önem taşır. Sadece kültür sanat alanında değil her alanda. Yedinci sanatın bu büyük birikimini baştan reddeden, duygu istismarından ibaret drama parçalarının yıldızcıklarıyla göz kamaştırmaktan başka bir arzusu olmayanları nasıl eğiteceğiz? Onları koca bir pazarlama mekanizmasının sonucu yaratılan Oscar illüzyonunun, Amerikan bağımsız sinemasını bile kapsamayan, Holivud merkezli film endüstrisinin Akademi Ödülleri olduğuna ve film festivalleriyle hiçbir ilgisi bulunmadığına, zaten ne onun ne de Batı’daki anlı şanlı film festivallerinin birer kırmızı halı geçidinden ibaret olmadığına nasıl inandıracağız? Adını duydukları üç festival, Berlin, Cannes ve Venedik'i koltuk sayısı değil de katılan şöhret, verilen parti sayısı üzerinden taklit etmeye kalkıp da rezil olmalarına nasıl engel olacağız? Yerel yönetimlerin, yerel medyanın, yerel halkın istediklerini sandıkları şey aslında yok; hiç var olmadı. Öte yandan kurumsallaştıramadığımız, endüstrileştiremediğimiz ve vaat ettiği parlak geleceği garantiye alamadığımız bir sinemamız var. Bugüne dek pek havalı bazı film festivallerimizde şatafata harcanan parayla ne merkezler inşa edilir, ne fonlar oluşturulur, ne genç sinemacılar desteklenirdi. Son yılların moda deyişi diye pek sevmiyor ve yeri geldiğinde dalga geçiyoruz ama sürdürülebilir kalkınma diye bir kavram var. Sürdürülebilir olmalı film festivallerimiz; bir amaç, bir işlev edinmeli, o da bencil ve popülist olmamalı! Devlet tutarlı ve adil destek dağıtmalı, yerel yönetimler kararlı ve profesyonellere saygılı olmalı. Medya, meslek etiğini elden bırakmamalı ve sorumlu yayın yapmalı. İzleyici ise meraklı ve hevesli olmalı; -meli, -malı da biz yazıyoruz, biz konuşuyoruz!