Yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada, ister ulusal ister uluslararası düzeyde olsun tüm festivalleri saygınlık çizgisine getiren tek ölçüt vardır. O da festivallerin ilkeleri ile kurumlaşmış olması. Bu iki temel ve belirleyici ögeyi taşımayan festivaller ne denli süreklilik taşıyıp uzun ömürlü olurlarsa olsunlar asla saygınlık içermezler. Saygınlık, festivallerin yaşında ya da sürekliliğinde değil ilkeli oluşuyla kurumlaşmasında ortaya çıkar.
Bir festivalin kurumlaşması ne demektir? Kurumlaşmış bir festivalle, kurumlaşmamış bir festivalin belirgin özellikleri nelerdir? Kurumlaşma bir festivale ne kazandırır? Bir festivalin kurumlaşması için ne yapılmalıdır? Bunlara benzer soruları daha da çoğaltabiliriz. Ama tümüne verilecek ortak yanıt, mutlaka o festivalin düşünce ve ekonomik açıdan bağımsız olmasında odaklanır. Eğer bir festival sözü edilen her iki ögeden ya da yalnızca birinden yoksunsa, o festivalin saygınlığından söz etmek olanaksızdır.
Ülkemizdeki A tipi olarak tanımlayacağımız ( İstanbul, Antalya, Adana) film festivallerine bakıldığında, bu kurumlaşmanın ne kertede olduğunu ve bunun sonucu saygınlıklarının olup olmadığını anlamak çok güç değildir. Örneğin Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni ele alalım. Ülkemizin ilk, en uzun ömürlü ve en süreklilik gösteren festivallerinden biridir. Ama bu ilk ve en uzun ömürlü olması ona hiçbir zaman saygınlık getirmemiş, bu ögeler bu festivali bir taşra film festivali olma konumundan çıkarmaya yetmemiş, -yalnızca Türsak’ın yönetiminde az da olsa bu taşralılık havasını üzerinden atarak uluslararası bir görünüm kazanmıştır. Peki Antalya’yı taşralı bir festival görünümüne sokan nedir? Elbette ki kurumlaşıp, ilkelerini belli edememesidir. Antalya Festivali hiçbir zaman gerçek anlamda kurumlaşmamıştır. AKSAV (Antalya Kültür Sanat Vakfı) ya da benzeri adlarla kurumlaşma gibi gözüken yanları ise yalnızca bir aldatmacadan ibarettir. Bu festivalin dün olduğu gibi bugün de tek sahibi, belirleyicisi vardır ki, o da yerel yönetimdir. Kurumlaşma diye ortaya konan AKSAV, yerel yönetimden bağımsız, özgür bir kurum değil, aksine onun güdümünde ve desteğiyle çalışan, onun bir bölümüdür. Türkiye’deki -birkaç festival dışında- tüm festivallerin sahibi yerel yönetimlerdir. Parayı veren de, bulan da, festivallerin ilkelerini saptayan da yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler dışında hiçbir kuruluşun festivaller üzerinde hiçbir etkisi yoktur, olamaz da.
Antalya Film Festivali başlangıcından günümüze değin yerel yönetimlerin parası ve yönlendirmesiyle düzenlenmiştir. Ödüllerin adları bile yerel yönetimdeki kişilerden alınmıştır. Davetiye ve afişlerinde dünyanın hiçbir festivalinde görülmesine olanak olmayacak şekilde belediye başkanlarının, hatta eşlerinin resimleri yer alır. Bu davet ediliş şekli bile festivali bir festival olmaktan çıkarıp düğün havasına sokar.
Ülkemizde yerel yönetimlerinin desteklemediği bir festivalin yaşaması çok ama çok zordur. Kars ve Bursa İpek Yolu Film Festivali örneklerinde olduğu gibi. Festival yapan yerel yönetimler hiçbir zaman festivallerin kurumlaşmasına izin vermez. Kurumlaşmış gibi yaparlar ama yalnızca bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü o kurumlar da yerel yönetimlerin denetimi altındadır ve yerel yönetimlerin isteği dışında hiçbir şey yapamadıkları gibi belirli bir sermayeleri de yoktur. Çünkü festivaller gerçek anlamda kurumlaşırsa belediyeler, belki de ellerindeki en önemli propaganda-tanıtım aracını ellerinden kaçırmış olur. Festivaller bir belediyenin elinde tuttuğu en önemli kozlardan biridir. “Parayı ben veriyor ya da buluyorsam o hâlde festivalin tek hâkimi de ben olurum.” derler ve bu gücü kurumlara asla devretmezler.
Kurumlaşmayan bir festival, değişen siyasal iktidar ve yerel yönetimlerle değişim gösterip bir istikrara, onun da ötesinde kendilerine özgü bir kimlikle bağımsızlıklarına asla kavuşup ilkelerini belli edemez. İlkesizlik zinciri, değişen her iktidar ve yerel yönetimlerle sil baştan olur. Antalya Film Festivali böyle değil mi? Üç yıl öncekiyle iki yıl öncesi birbirleriyle karşılaştırıldığında aradaki fark, aradaki anlayış, herkesin rahatlıkla görebileceği -ama bir haftalık tatil yüzünden görmemezlikten geldiği- bir uçurum gibidir.
Hiçbir festivalin yazgısı, değişen yerel yönetimlerle siyasal iktidarlara bırakılmaz. Bir festivalin kişilik kazanıp saygın olması için kendi ayakları üzerinde durup ilkesel bir devamlılığı olması gerekir. Bu da bağımsız, özgür olarak kurumlaşmasından ve sonrasında ise genel ilkelerini belirlemesinden geçer. Her siyasal iktidar ve yerel yönetim değişikliğinde festivallerin kurumları ve ilkeleri değişmez. Ama bizde değişiyor. İşte Antalya, İşte Adana. İstanbul Film Festivali neden bunlardan hiç etkilenmiyor? Çünkü o kurumlaşmış ve ilkeleri belli bir festival olduğundan.
Öyleyse yerel yönetimler neden film festivalleri yapar? Bir kente ünlüleri getirmek, görsel-yazılı medyada haberlerini görmek için. Bir yerel yönetimin festival yöneticilerinden istediği iki şey vardır: Birincisi gerektiği kadar ünlüyü kente getirmesi, diğeri ise medyada haberlerinin çokça çıkması. Ülkemizdeki birçok festivalin başarısı medyada çıkan haberlerle, ünlü sayısı ile ölçülür. Program mı? Bu çoğu zaman hiç kimsenin umurunda bile olmaz.
Son yıllarda yerel yönetimlerin yanı sıra yeni bir unsur daha festival sahipliğine soyunmaya başladı. Bu yeni festival sahipleri ise valilikler oldu. Siyasal iktidarla yerel yönetimler farklı partilerden olunca bu kez de valilikler işe el atarak arayı bulmaya çalışmaya soyundu. Yani ülkemizdeki festivaller giderek resmileşiyor, giderek kurumlaşmaktan ve ilkeli olmaktan uzaklaştırılıyor. Yani tam festival (!) oluyor. Haydi hayırlısı demekten başka ne gelir elden…