Söyleşi
Nezahat Gündoğan-Kazım Gündoğan SÖYLEŞİ:Tuba Deniz "Yaptığımız her görüşmede birkaç kayıp öyküsü çıktı. Bir baktık kendi yakınları olmasa bile duydukları çok sayıda örnek var. Bunların peşine düştüğümüzde karşımıza kocaman bir politika ve vahşet çıktı."
28.02.2011 “Dersim’in Aklı Olmaya Çalıştık”

Dersim Katliamı, toplumun “nisyan katmanları”ndaki açık yaralardan sadece bir tanesi. İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları (2010) ise tabiri caizse toplumun hafızasının bir başkaldırısı. İki Dersimli, yönetmen Nezahat Gündoğan ve yapımcı Kazım Gündoğan’ın belgeseli, gerçekleri hiç bilinmeyen yönleriyle gün yüzüne çıkarıyor. Belgesel 1937’de kaybolan kızların peşine düşüyor. Bu kayıpların hiç de tesadüfi olmadığının altını çiziyor. Türkleştirilmek, Sünnileştirilmek için alıkonulan Huriye Aslan ve Fatma İçli katliam esnasında kayıplara karışan, ama yıllar sonra ailesini bulan iki isim. Ortak deneyimlerini ifade eden ilk cümleleri birbirine çok benziyor ve muhatap oldukları zihniyeti de ele veriyor: Önce saçımı kestiler, yıkadılar, kısa elbise giydirdiler, ayağımın ölçüsünü aldılar kâğıda, bir de lengerli şapka taktılar başıma. Gerisi acı dolu karanlık günler… Belgeselin diğer iki yüzü ise yıllar önce kaybolan Şemsi ile Sakine’nin kardeşleri ve ellerinde onlardan bugüne kalan, yıllarca annelerinin boynunda, muska, dua gibi dolaştırdığı ve çocuklarına bir vasiyet gibi bıraktığı iki tutam saç.

Dersim’in kayıp kızları hakkında daha önce yapılmış bir çalışma var mıydı?
Nezahat Gündoğan: Bizim belgesel ile ortaya çıktı bu bilgiler. Daha önce yapılmış bir çalışma yok bu konuda.
 
Şimdiye kadar ortaya çıkmaması ilginç değil mi? Çok çarpıcı bilgiler bunlar.
Kazım Gündoğan: Dersim’e dair bir resmi tarih tezi bir de halkın tarihi var. Halkın gerçek tarihi ile resmi tarih arasındaki çelişki bizi çok rahatsız ediyordu. Katliam, isyan, soykırım, ahlâklanma deniliyor. Devlet cephesinden bakarsanız orada feodal bir Kürt ayaklanması vardı, İngilizler destekliyordu. Sol cepheye göre ise Kürdistan mücadelesi vardı. Bunlar söylemler, halkın tarihi ise farklı. Bu çelişki nasıl giderilir diye düşündük. Dünyadaki benzer olaylarda kadınlara ve çocuklara uygulanan politika, süreci en iyi belirleyecek kriterlerden biriydi. Yaptığımız her görüşmede birkaç kayıp öyküsü çıktı. Biz belli bir aşamadan sonra bir baktık kendi yakınları olmasa bile duydukları çok sayıda örnek var. Bunların peşine düştüğümüzde karşımıza böyle kocaman bir politika ve vahşet çıktı.
 
N.G.: Konuşulmayan tarih birçok bilinmeyeni de beraberinde getiriyor. Şimdiye kadar bu şekilde bakılmamış. Dersimliler kayıplarını münferit olaylar sanıyor. Harekâtın genel sonucu zannediyor. Herkes bir tarafa dağılmış, birileri de kaybolmuş diye düşünüyorlar.
 
Bunun sistemli olduğunun farkına bile varmamışlar, öyle mi?
N.G.: Niye biliyor musunuz? Daha büyük felâketi yaşamışlar. Gözlerinin önünde çocuklar, kadınlar katledilmiş. Böyle bir ortamda bir kişinin kaybolması sıradan bir olay gibi gözüküyor. Bunu yaşayan kişilerden çok araştırma yapan uzmanlar bütünlüklü bir senteze dönüştürebilir. “Niye kayboldu bu çocuklar, niye alındı?” gibi soruları sormamış kimse. Akademisyenlerimiz henüz resmi bakış açısından kurtulmuş değil. Fakat belgesel, gerçeği bu boyutuyla ortaya çıkardı.
 
Siz nasıl fark ettiniz böyle bir gerçeği? Size de algıladıkları gibi anlatıyordur çünkü insanlar. Gözünüzden kaçabilirdi.
N.G.: Olaya sadece Dersim meselesi değil de açıyı genişletip hem dünya genelinde hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, onun temel felsefesi üzerinden bakmaya çalıştık. Benzer uygulamaları Aborjinler’de, Hitler faşizminde, daha yakın dönemde Latin Amerika’da Arjantin’de görüyoruz. Bu topraklarda Ermeni, Rum çocuklarının yaşadıkları var. Bütünlüklü bir şekilde ele alındığında, meseleye nasıl bir perspektiften bakmamız gerektiği de beliriyor. Tüm bunlar kadınlarla ya da aileleriyle görüştüğümüzde somutluk kazanmaya başlıyordu. Fark ettik ki bu politikayla çok örtüşüyor uygulamalar ve sonuçları: Çocukların alınışı, hangi evlere yerleştirildiği, oradaki uygulamalar, sonraki yaşamlarının etkilenme biçimi, hatta çocukları ve torunları üzerindeki izler…
 
Görüşmelere başladıktan sonra belgeselin ana teması netleşti o zaman.
N.G.: Daha önce Munzur Akmasa (2004) diye bir belgesel yapmıştık. O dönemde Dersim tarihine ilişkin bir şey yapma gerekliliği doğmuştu. Son tanıklar kaldı artık, yaşananları hatırlayabilecek olanlar yavaş yavaş hayatlarını yitiriyor. Hızlı biçimde onlara ulaşmak gerekliydi. Biz bir taraftan onların kayıtlarını tutmaya başladık, bir taraftan da sorularımızı biraz daha özelleştirdik. Özellikle çocuklar ve kadınlara dair sorular sorduk.
 
Görüşmelerde anladık ki kayıplar bulunduktan sonra başka problemler başlıyor. Çünkü asimilasyonun yarattığı kendi içinde çelişkiler var. Bir de politikanın esas uygulayıcılarını göremedikleri için kişisel suçlamalara da gidebiliyor insanlar. Türkleşmiş, Sünnileşmiş bir kadına kabahatliymiş gibi yaklaşabiliyor. Alevi kardeşler ile çelişki yaşıyorlar aralarında; namaz kılıyor, oruç tutuyor çünkü. Esas uygulayıcıya değil kişiye tepki gösteriliyor. Arkasındaki sebepler aranmıyor. Çocuk yaşta seçilmesinin sebebi de bu zaten. Kendi kültürü, geçmişi ile henüz tam bütünleşme sağlanmamış. Değerleri ve kültür mantığı yok, dolayısıyla rahatlıkla asimile edilebilir. Çıkardığımız sonuçlardan biri de bu: Belli yaş gruplarına uygulanmış.
 
Özellikle hangi yaşlar?
N.G.: 5 ve 9 ağırlıkta, ama 12-13 gibi daha büyük yaşlar ya da 2-3 gibi daha küçükler de var. Hiç hatırlamayan, sonradan öğrenenler var. Hiç öğrenemeyenler de vardır.
 
Tanıklara ulaşmakta, konuşturmakta da zorluklar yaşadınız diye biliyorum.
N.G.: Tabii, her aşaması bir sorun aslında. Bir kere elinizde başvuracağınız bir kaynak, merkez yok. Tamamen iz sürerek bilgilere ulaştık. Kişilerden öğrendiğimiz bilgi kırıntılarının peşine düştük. 
 
Kaç yıl önce başladı bu çalışma?
N.G.: Üç yıl önce başladık ve yaklaşık yirmi ile gittik. Bazıları görüşmeyi kabul etmedi. Özellikle o sürecin travması ve korkusunu fazlasıyla yaşayan ya da asimilasyonun etkisi ile farklılaşan kişilerde bu sorunu çok yaşadık.
 
Asimilasyon ne kadar amacına ulaşmış, sizin görüştüğünüz ya da bakış açısı değiştiği için görüşemediğiniz örnekler üzerinden düşünecek olursak?
N.G.: Bazılarının görüşmek istememesinin nedeni korkuları. Tekrar yaşamak istemiyor. Çocuk yaşta ailesi gözünün önünde katledilmiş ve kendisinin ya da çocuklarının başına yeniden böyle bir şey gelir kaygısını yaşıyor. Fakat özellikle daha geç yaşlarda ailesini bulan kişiler Dersim meselesine, resmi görüşe paralel bakıyor. Orada birileri Cumhuriyet’e, devlete aykırı davrandı ve onun için başımıza bunlar geldi diyorlar.
 
Ailesi katledildiği hâlde böyle düşünenler var değil mi?
N.G.: Tabii böyle düşünenler var. Kendi kültürüne tamamen uzaklaşmış hiçbir şekilde dinini bilmiyor, hatırlamıyor. Tercihle değil zorla dayatıldığı için böyle. Başka seçenekleri yoktu bu insanların. Gerçeklerin hem psikolojik hem sosyolojik hem siyasal yanlarıyla incelenmesi, araştırılması gerekiyor. Biz, kitap çalışması buna hizmet etsin istiyoruz. Bu konuda araştırma yapmak isteyenlerin elinde somut, yazılı bir doküman olsun. Filmde olmayan diğer öyküleri de alacağız kitaba.
 
Kitapta kaç kişinin öyküsü olacak?
K.G.: Yüze yakın öyküye yer vereceğiz. Fakat bazıları asla görüşmek istemiyor. Öykülerini yakınlarından dinliyoruz. Görüşmek istememesinin pek çok nedeni var. Milliyetçi ve Türkçü oldukları için ve sosyal statüleri artık farklı olduğu için. Meselâ herkes onları paşanın kızı bilirken birden Dersim kızı olarak tanınacaklar. Bilmem hangi tarikatın üyesi, hacca gitmiş gelmiş diye bilinirken, “Kızılbaşmış” denilmesini istemedikleri için böyle. Bu, onlar açısından yeni bir travma demek ve bu yüzden asla öğrenilmesini istemiyorlar. Tabii biz bu kişileri anlıyoruz ve saygı duyuyoruz. Ama öte yandan toplumun acılarının bilinmesi gerekiyor. Toplum bununla yüzleşmeli, devlet bununla hesaplaşmalı. Biz bu ikisi arasında dengeyi korumaya çalışıyoruz.
 
N.G.: Bu sebeple ikna olması için bir yıl beklediğimiz kişiler oldu.
 
Belgeseli izledikten sonra size ulaşan oldu mu?
N.G.: Evet oldu. Filmden sonra yaklaşık 15-20 kişi bizi aradı. Kendisi evlatlık olan ya da annesinin evlatlık olduğunu söyleyenler ya da kayıp yakınları. Bizim de yanımızda evlatlık birileri varmış demek için arayanlar da oldu. Bu yüzleşme, hesaplaşma süreci, sadece Dersimliler’e has değil. Diğer taraftan olaya dâhil olmuş kişiler için de geçerli, ki bizim açımızdan bu çok daha değerli. Bu nasıl kadınların suçu değilse, bu sürece dâhil olan diğer taraftaki tek tek kişilerin de suçu değil. Kişisel olarak payları olabilir, o ayrı bir şey, ama genel itibariyle politikayla birlikte değerlendirmek gerekir. Tarihle hesaplaşılacaksa Dersimli olan, olmayan herkesi kapsamalı bu.
 
Dört kişi üzerinden belgesel ilerliyor. Meselâ kızların verildiği ailelerin yakınları da konuşturulabilirdi. Siz neden böyle dar bir çerçeveyi tercih ettiniz?
N.G.: O aşamada henüz aile yakınlarına ulaşamamıştık. Film gösterildikten sonra Huriye Teyze’nin verildiği ikinci evin kızını bulduk ama filmi izleyen birisi bu bağlantıyı kurdu. Ben bu kadınların konuşmasını büyük bir şans olarak görüyorum. Onların söylediği tek cümle bile çok değerliydi.
 
K.G.: Şöyle düşünmek lâzım, bu 70 yıldır kapalı bir kutu. Aslında biz Dersim katliamına Cumhuriyet’in kara kutusu diyoruz. Bu film, kutuyu açtı o kadar, ama içinde neler var bunu zamanla göreceğiz. Bu filmi kendi koşulları içerisinde değerlendirmek lâzım. Düşünün 70 yıldır kendi çocuklarına bile anlatmamış bu insanlar.
 
Konuya içeriden bakmanız, Dersimli olmanız, bu olayı fark etmenizi de kolaylaştırdı sanırım.
K.G.: İçeriden bakmanın dezavantajı da olabilir. Oradaki yerel sorunlarla sınırlanıp evrensel düşünmene mani olabilir. O zaman son derece öznel bir bakış açısı ile etnik milliyetçiliğe düşülebilir. Oradan bir Alevicilik ya da Dersimcilik üretilebilir ama biz sosyalist olarak enternasyonal bakıyoruz, evrensel düşünüyoruz. İnsanlığın ortak acıları, egemenlerin, devletlerin halklara yönelik ırkçı politikalarının Dersim’de uygulanması şeklinde ele alıyoruz. Böyle olmasaydı nereden bakarsanız bakın göremezdiniz. Travma yaşayan toplumların kendi sorunlarına objektif yaklaşmaları çok zor çünkü.
 
N.G.: Bizim bildiğimiz, bizi çok inciten bir acı, ama bunu insanlığın hep yaşadığı sorunlardan ayrı düşünmeden ele aldık. Belgeselci, araştırmacı kimliğimizle topluma karşı sorumluluğunuz var.
 
Geçmişte ikiniz de siyasi suçlardan içeride yatmışsınız, hatta Nezahat Hanım ölüm orucu tutmuş. Dersimlisiniz ve bu acılar sizin için çok tanıdık. Çok daha sert bir film yapabilirdiniz ama belgesel oldukça objektif. Bu ilgimi çekti doğrusu. 
K.G.: Dünya görüşümüz itibariyle hem bilimsel düşünmek hem objektif olmak gibi bir yaklaşımımız var. Ben içeride on yıl yattım. Kişi olarak evet, sisteme, devlete bir öfkem var; barışık değilim ama belgesel bilimsel olmak zorunda.
 
N.G.: Gerçeğin dili en yalın ve en politik aslında. Öykülerin sahiciliği, gerçekçiliği çok daha politik.
K.G.: En sert aynı zamanda.
 
Bu sebeple mi Dersim’de yaşananlara dair pek bilgi aktarmadınız belgeselde?
K.G.: Evet. Belgesel, karşıt düşünenlere bile acaba dedirtsin istedik. Nitekim öyle oldu. Bilmem neredeki MHP il başkanı şunu söyleyebiliyor: “Gerçekten olmuş mu bunlar? Hadi, diyelim ki isyan vardı, peki çocuklara nasıl bu yapılır?” Kemalistler filmi izlediğinde “Sabiha Gökçen bunu mu yapmış?” diye sordu bize. Dersim hakkında herkesin görüşleri net; direkt anlatsaydık alacağımız tavırlar belliydi. Biz o yüzden eski okumaları, kalıpları yıkalım, bir soru sorulsun, empati yapılsın, yeni bir zeminde tartışılsın istedik. Bu sebeple sadece yaşanmış öykülere yer verdik.
 
Filmi çekerken nasıl bir estetik kaygınız vardı?
N.G.: Belgeseldeki Fatma Teyze’nin evine gittiğimizde bizi kabul edecek mi bilmiyorduk. Röportajdan ona bahsetmemiştik. Dolayısıyla geniş bir ekiple, tüm altyapıyı oluşturarak gidemedik. Görselliği ister istemez ikinci plâna itmek durumunda kaldık. Çünkü o anı yakalamak gerekiyor ve tekrarlatmak mümkün değil. Zaten yaşlı insanlar ve ilk defa seninle konuşuyorlar. Bazı görüşmeleri tek başıma ben yaptım. Kadın olduğum için bana en özelini daha rahat anlatabildiler. Bir taraftan kamerayı kontrol ediyor, diğer taraftan röportajı yapmaya, sesi kontrol etmeye çalışıyordum. Önemsemediğimizden değil ama bazı şeylerden taviz vermek zorunda kaldık.
 
Belgeler ve fotoğrafların birçoğu da ilk defa sizin belgeselinizde kullanıldı, değil mi?
N.G.: Fotoğraflar ilk defa kullanıldı. İki temel fotoğrafımız vardı. Biri çocukların toplu fotoğrafı diğeri de Mustafa Kemal’in Dersim’e 17 Kasım 1937’de girişinin görüntüleri. Bazı tartışmalara da son veren belgeler bunlar. Görüntünün gücünü kullandık.
 
K.G.: Şu belgeyi de önemsiyoruz. Kayıp kızlar Sakine ve Şemsi’nin ailesi sürgüne gönderildiğinde kızlarını aramaya devam eder, genelkurmay başkanlığına bir dilekçe gönderir. Cevaben Salihli Kaymakamı, çocukların alınıp getirilmesi için resmi bir belge verir. O belgeyi de belgeselde kullandık. Bu belge, aslında çocukların merkezi bir politikayla ve kayıtlı olarak alındığını gösteriyor. Bir aile başvuruyor ve ekip kızının kimde olduğuna cevap verebiliyorsa demek ki bütün kızların nerede olduğu kayıtlı.
 
Belgesel insanlara mesajınızı ulaştırabilmeniz için çok iyi bir araç. Siz de bu şekilde yaklaşıyorsunuz herhâlde. Bundan sonraki çalışmalarınız da bu minvalde mi olacak? Hep belgesel mi çekeceksiniz ya da Dersim’le ilgili çalışmaları genişletmeyi düşünüyor musunuz?
N.G.: Tabii, devam edecek çalışma. Kitap devam ediyor, başka projelerimiz de var. Toplum sana bir sorumluluk yüklüyor.
 
K.G.: Bu acılar siyaset malzemesi olmayacak kadar derin. Toplumun ve özellikle aydınların, bu konuda zihniyet değişimine ihtiyacı var. Son zamanlarda yine Dersim ile ilgili çok şey söyleniyor. Aslında bu keskin söylem de travmalı toplumun doğal düşünüşü ve davranışı. Artık toplum acıdan olguya yani duygudan akla geçmek zorunda. Toplum sadece insanlığını, tarihini, kültürünü değil aklını da kaybetti. Aslında Dersimliler aklını arıyor şimdi. Biz belgesel ile biraz da Dersim’in aklı olmaya çalıştık.
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..