Söyleşi
Seyfi Teoman-Hüseyin Karabey SÖYLEŞİ:Tuba Deniz "Türkiye’de ticari sinemanın kendi mecraları ve finansları var; sistemi oturtmuşlar ve kazanıyorlar. Onların bize karşı agresif davranışlarını anlamak mümkün değil. Sanat sinemasına hiç tahammülleri yok. Orada bir alan var ve hiç yaklaştırmıyorlar. Hem filmlerine seyirci gelsin hem vergi vermesinler hem de ödülleri alsınlar istiyorlar. Hâlbuki biz ticari sinemaya karşı değiliz, zaten aynı gemideyiz."
20.07.2010 "Ticari sinemanın sanat sinemasına karşı tavrı bir tür elitizm"

29 Mart 2010 tarihinde düzenledikleri basın toplantısı ile Türkiye’deki sinema algısına, işleyişine karşı bir duruş sergileyen Yeni Sinema Hareketi, yıllardır kemikleşen problemlere bir çözüm önerisi niteliğinde. Hangi yapımcının ya da yönetmenin kapısına gitseniz duyacağınız maddeler onların ajandasında mevcut: sinema eserlerinin dağıtımı, RTÜK’ün uygulamaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sinemayı destekleme sistemindeki yanlışlar, bir sinema merkezinin eksikliği, yeni bir sinema yasasının hazırlanması…

Her ne kadar işleyişteki sorunları çözmeye dönük niyetleri olsa da onların temel problemleri Türkiye’de sinemanın algılanışıyla alâkalı. Basın duyurularının “Bizler sinemayı öncelikle ve aslen bir sanat olarak görüyoruz.” cümlesiyle başlaması boşuna değil. Altı kalınca çizilen bu cümlenin ne kadar yerinde olduğunu bu yıl Altın Koza Film Festivali’nin iptal edilme gerekçesi de pekiştirdi. 31 Mayıs sabahı Mavi Marmara’da yaşanan acı olaylar nedeniyle Adana Büyükşehir Belediyesi’nin “İnsanlar kan ağlarken, biz eğlenemeyiz.” diyerek film festivalini iptal etmesi, sinemanın sadece “eğlence” tanımına sıkıştırıldığını bir kere daha göstermiş oldu ve yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Yeni Sinema Hareketi, Adana Büyükşehir Belediyesi’ne yazılan açık mektupla tepkisini dillendirdi. Sinemayı ele alış biçimlerini ve yöntemlerini ortaya koymak için mektuptan kısa bir alıntı: “Bir film, eğlence aracı değil, sanat eseridir; insanların ortak aklına ve vicdanına seslenir, bilgi ve duygu paylaşımına hizmet eder. Sinema, bu ülkede ve başka ülkelerde yaşanan acıların neler olduğu, zorda kalan insanların neler yapabileceklerini ve aklınıza gelmeyecek birçok durumu gözler önüne serer. Bu gözler önüne serme seyircinin yaşanan durumla empati kurmasını sağlar. En önemlisi seyirciye sorular sordurtur. Bu sorular arasında pek tabiidir ki içimizi kanatan olaylarla ilgili sorular olacaktır.”
Türk sinemasının yaşadığı meşhur duraklama devrinin ardından 90’larda yönetmenlerin teker teker kendi çabalarıyla ortaya çıkışı, filmlerinin hemen her şeyi (yapımcısı, yönetmeni, görüntü yönetmeni, oyuncusu, senaristi…) oluşu neredeyse bir yönteme dönüştü. Sinema sevdasıyla tutuşan bağımsız genç yönetmenler, dijital teknolojinin sağladığı demokratik ortamda ellerine kameralarını alıp ilk filmlerini çektiler. Fakat festivallerde ilgi görmedikleri takdirde varlıklarını sürdürmeleri pek mümkün değildi. İlk filmini çekip kenara çekilen yönetmenlerin çoğunun ismini çoktan unuttuk. Festivallerde şansı yaver gidenlerin de durumu pek iç açıcı değildi doğrusu. Zira ikinci filmi çekmek için yeniden tüm imkânlarını zorlamaları gerekecekti. Yeni Sinema Hareketi’nin amaçlarından biri de yönetmenlerin maruz kaldıkları bu kısır döngüye artık bir son verebilmek; ortalığa saçılan yönetmenleri bir çatı altında buluşturmak. Zorluklara karşı omuz omuza verip “birlikten güç doğar” düsturunu sinema camiasında da doğrulamak. En azından birbirlerinin ne yaptığından haberdar olmak.
Tatil Kitabı (2008) filmiyle tanıdığımız Seyfi Teoman da, Gitmek (2008) filminin yönetmeni Hüseyin Karabey de Yeni Sinema Hareketi’nin aktif üyelerinden. İki genç yönetmenle birlikte yaptığımız görüşmede Yeni Sinema Hareketi’nin camiada vücut buluşu ve ileride nasıl şekilleneceği, etki alanları ve amaçları üzerine konuştuk. 
Türk sineması hareketli bir dönem geçiriyor. Film üretimi arttı, festivallerden ödüller alınıyor… Her şey yolunda gitmiyor muydu? Neden Yeni Sinema Hareketi’ne ihtiyaç duydunuz?
Seyfi Teoman:Türk sinemasındaki hareketin sebebi genç kuşağın gerçekten film yapma isteği duyması. Bu konuda ciddi bir motivasyon var. Fakat ne altyapı ne de kanunsal yapı bunun için yeterli değil. Film yapan insanlar tüm bu mekanizmaların önündeler, tamamen kendi çabalarıyla film üretiyorlar.
Türk sineması algısı dünyada bayağı zorlandı ama bu bir çember hâline dönmedi. Yeniden film çekmek isteyenler yine aynı zor şartlarla karşı karşıya kalıyor. İnsan kaç defa imkânlarını bu kadar zorlayarak film çekebilir ki?
Hüseyin Karabey: Dijital teknolojinin gelişmesiyle, 80’ler sonrası Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenlerin bizlere her şeye rağmen film yapılabileceği mesajını vermesiyle üretilen filmler bunlar, büyük emeklerin ürünleri. Bu kadar çok film ortaya çıktıktan sonra sorunlar tabii ki daha da belirginleşti.
Meselâ basit bir sinema destekleme yasası tasarlanırken bile “Acaba 50’ye yakın proje başvurursa ne yaparız?” diye düşünülmemiş şimdiye kadar. Bu, devletin ne kadar hazırlıksız olduğunu gösteriyor. Son dört seneye kadar Kültür Bakanlığı’na en fazla 20 proje başvuruyordu destek için, fakat geçtiğimiz yıl bu rakam 80’e çıktı. Sinemanın kıymeti bilinmiyor, ne kadar stratejik olduğunun farkında değiller ya da düzenlemeler henüz oluşmuş değil.
Sizin bu manada katkınız ne olacak?
S.T.: Sinemanın kültürel anlamda ne kadar stratejik olduğunun fark edilip bunun adil mekanizmalarla, hakkaniyet duygusu yitirilmeden desteklenmesini istiyoruz. Fakat amacımız bundan ibaret değil. Aynı zamanda yaptığımız sinemanın kimlik olarak kamuoyunda algılanış biçimi ve yeriyle ilgili de derdimiz var.
Sinema bir sanattır, bir düşünce, felsefe yapma biçimidir… Bu manada bir norm oluşturmak önemli. Her şey buradan çıkıyor aslında. Adana’daki sorun da buradan kaynaklandı, filmleri destekleme konusundaki sıkıntılar da bununla alâkalı. Bu konuda en azından kabul edilebilir, meşru bir standart bulunmadığı sürece hiçbir düzelme olmayacaktır.
Bahsettiğiniz sinema reformunun kapsamı ne olacak? Ele aldıklarınız sadece dağıtım problemleri mi yoksa sinema eleştirisinden setlerdeki ortama kadar her alanı kapsıyor mu?
H.K.: Salon, dağıtım, sinema eleştirisi… Bin tane şey var. Özel sektörde gittikçe yozlaşma artıyor, muhabir denilen kişinin niteliği çok düşük. Ben Türkiye’de sinema eleştirisinin de yeterli boyutta olduğunu düşünmüyorum. Biz çıtayı yüksek tutuyoruz, onların da bize ayak uydurması gerekiyor. İyi bir sinema yazarı bizi gerçekten pozitif anlamda etkileyebilir.
Özel sektör, TV, medya kuruluşları hiçbir sorumluluk almak istemiyor. 30 tane ödül almış filmi hiçbir televizyona satamıyorum, ki bu onlara para kazandıracak bir şey. Bize önerdikleri fiyat en düşük nitelikli dizinin bir bölümüne verdiklerinden daha az. Üstelik filmin iki senelik gösterim haklarını da alıyorlar. Bence kapitalizmin en vahşi olduğu alan medya, televizyon, popüler kültür. Her şey birbiriyle çok ilişkili…
S.T.: Türkiye’deki dağıtım, sinema salonlarının talepleri ile ilgili ama ulusal kanalların, en azından devlet kanalının içerik ve kalite ile ilgili bir sorumluluk duygusu olmalı.
Genel olarak neoliberalizm, vahşi kapitalizmden ayrı düşünemeyiz bu durumu tabii. Maruz bırakıldığımız sisteme karşı savunma mekanizmaları geliştirmek lâzım; bilinçle, mücadeleyle… Kültürel anlamda, sinemanın ne olduğuna dair, felsefeyle, hayatla irtibatına dair bir norm oturtmamız ve bu konuda ayakta durmamız önemli. Yeni Sinema Hareketi’nin en önemli hedefi bu.      
Ticari sinema ile sanat sineması arasında ciddi bir kutuplaşma var Türkiye’de. Dağıtım ve diğer ilişkiler açısından da ele alırsak,  dünyanın her tarafında bu kadar keskin mi bu ayrım?
H.K.: Türkiye’de durum bu, dünyanın her yerinde böyle değil. Yapılana saygı duyuluyor. Türkiye’de ticari sinemanın kendi mecraları ve finansları var. Sistemi oturtmuşlar ve kazanıyorlar. Onların bize karşı agresif davranışlarını anlamak mümkün değil. Sanat sinemasına hiç tahammülleri yok. Orada bir alan var ve hiç yaklaştırmıyorlar. Hem filmlerine seyirci gelsin hem vergi vermesinler hem de ödülleri alsınlar istiyorlar. Hâlbuki biz ticari sinemaya karşı değiliz, zaten aynı gemideyiz.
Basın mensuplarının bize sunduğu sorular bile aynı manipülasyon etkisini gösteriyor, aynı söylemi taşıyor. Biz bu söylemi değiştirebiliriz. “Fazla seyircisi olmayan filmlerin yönetmenleri”, “sanat sineması yönetmenleri” gibi ifadeler bile ideolojik. Hâlbuki biz bu ülkenin kültürüne hiçbir beklentisi olmadan katkıda bulunan, sinemayı çok seven, her şeye rağmen film üretmeye çalışan ve bunun önünü açmaya gayret eden yönetmenleriz. Fakat böyle giderse çoğumuz ileride sinema yapamayacağız.
S.T.: Bizde aşağılama, küçük görme gibi farklı psikolojik tepkiler var. Eninde sonunda sinema, edebiyat gibi bir anlatı sanatı ve her anlatının okuyucusu var. Dolayısıyla yaptığın eserin kalibresini, seyirciyle kurmasını istediğin ilişkiyi, seviyesini tercih etme hakkına sahipsin. Bu sebeplerden dolayı ne bir film diğerinden üstün ne de biri diğerinden aşağıdır.
Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta filmi çok bariz bir örnek; yönetmenin tamamen kendi imkânlarıyla yaptığı bir film. Bunun için ruhunu, emeğini her şeyi ortaya koydu ve özgün bir eser çıktı ortaya. Fakat aldığı ödüller yüzünden uğramadığı hakaret kalmadı. Özellikle popüler kültür cenahından çok ciddi saldırıya maruz bırakıldı, aşağılandı. Biz de diyoruz ki bu kadar emek konulmuş ortaya, ciddi bir kitleyi etkileyecek kültürel bir eser üretilmiş, kimsenin böyle bir kampanya yürütmeye hakkı yok.
Aslında yaptıkları bir tür elitizm ama popülerlik üzerinden kurulduğu için bu şekilde tanımlanmıyor. En azından belden aşağı vurulmasın, etik olsun, zemini, duruşu kaybetmeyelim istiyoruz.
Ana söylemin aksine bir şey söylemek her zaman zordur. Bunu çok az kişi yapar; bu vicdan, cesaret, farkındalık gerektirir. Bu ana söylem, popüler kültürü domine ediyor ve bizim asıl mecramız olan festivalleri, eleştirmenleri, filmlerimizi anlayacağını düşündüğümüz insanları da etkiliyor. Yeni Sinema Hareketi’nin amacı bu duruşu sergileyebilmek. Arkadaşlar durun, bir bakın diyebilmek. Mesleki sorunlardan ziyade söylemi yönlendirmek bizim hareketimizin amacı. Gerektiğinde savunmak, filmlerimizi yapıp içimize dönüp küsmemek…
Bu yaklaşımlar, tartışmalar filmlerin biçimine etki ediyor mu?
S.T.: Tavırdaki, pozisyondaki kutuplaşma içeriğe de yansıyor. Ticari sinema yapanların bazıları hiçbir estetik ve kalite gözetmeden üretiyor filmlerini. Yerlerde sürünen komediler var. Prodüksiyon kalitesini artıralım, iyi bir yönetmen olsun başında demiyorlar. Diğer taraftan bazı yönetmenler de bu küskünlükten dolayı seyirciye sırtını dönen ve çok kişiselleştirilmiş filmler çekiyor. Aradaki gri bölgeyi doldurmak istiyoruz biz. O gri bölgede nerede pozisyon almak istediğine herkes kendi karar verecek.     
Popüler sinemayı tercih edenlerle aynı gemideyiz diyorsunuz. Peki, Yeni Sinema Hareketi’ne destek veren popüler sinemacılar var mı? Bildirilerinize imza atıyorlar mı?
S.T.: Adana ile ilgili en son bir mektup hazırladık ve ulaşabildiğimiz kadar kişiye gönderdik. Mektup sinema konseyine gittiğinde herkesten olumlu cevaplar geldi. Bizim hareketimizin de bir tür içimize kapanma, elitizm gibi algılanma riski var. Bunu kıracak adımlar atacağız, biz daha yeniyiz. Duruşlar uzun vadelidir, bir anda etik duruş olmaz.
Türk sinema konseyi, yönetmenler derneği Türk sinema yasası önerisi hazırladı. Biz müdahil olup önerilerimizi getirdik. Bu, sektörde ses getirdi. Yasa çıkmadı ama en azından fikrimizi söyleyeceğiz. İlkelerimiz doğrultusunda tavrımızı belirleyeceğiz ve not düşeceğiz.
H. K.: Genişleyelim, daralalım gibi bir kaygımız yok. Sadece meslek yapımızı koruyalım. Gerektiğinde hep beraber bazen de kimseye duyurmadan yapacağımız işler var.
Şu aşamada problemleri tespit ediyorsunuz denilebilir mi? Önümüzdeki günlerde hayata geçecek somutlaşmış maddeleriniz de var mı?
H.K.: İkisi de var tabii. Ajandamız var. Bazı tartışmalar ve eylemler için daha çok zaman gerekiyor. Bizim nasıl algılanmak istediğimizi soracak olursanız, politik bir duruş  sergilemeye çalışan bir grup diyebilirsiniz.
S.T.: Tutarlı bir söylem tutturabilirsek ve bunun arkasında durabilirsek bu bile güçlü bir şey.
Ne kadar dinamik bir hareket Yeni Sinema Hareketi?
S. T.: Çok demokratik ve aktif bir yapılanmamız var.  Ayda iki kere toplanıyoruz aşağı yukarı, mail grubunda sürekli yazışmalar var. Belli kararlar alıyoruz. Şimdiye kadar bir kopma da olmadı.
H.K.: Tartışmaların çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz.
Bu hareket herkesin birbirinin işinden daha çok haberdar olmasını da sağlıyordur herhâlde. Birbirinizi daha çok desteklemenize de vesile oluyordur.
H.K.: Zenginleştiriyor da bu birliktelik. İlişkilerimizi de geliştiriyor. 80’lerden sonra örgütlülük anlamında insanlar birbirinden koparıldı. Sinemacısı, ressamı eskiden yan yana idi. Bizde herkes bir yerlerde… Bunu kırma yönünde de pozitif etkisi olacak. Grup içinde kendine yakın gördüğün insanlarla daha ciddi bir paylaşıma giriyorsun. Filmin bitmeden önceki aşamalarında fikirlerini alıyorsun meselâ.
S.T.: Kimlik de veriyor açıkçası. Daha önce hiçbir grubun, siyasi hareketin aktif üyesi olmadım. Buradaki aidiyet hoşuma gidiyor. Yeni Sinema Hareketi’nde herkes ürettikleriyle var.
Estetik olarak şu aşamada çok belirli bir ortak paydamız yok ama grup içinde kendine yakın gördüğün insanlarla paylaşıyorsun işlerini; montajını izletiyorum filmimin, yorum yapıyorlar…
Yeni Sinema Hareketi’nin ilerleyen dönemlerde sinema estetiğine dair bir dil bütünlüğü arayışı olacak mı?
H.K.: Bizimkisi sinema estetiğinden ziyade politik bir birliktelik. Biz tam tersine çeşitliliği gözetiyoruz. Bu, Türkiye’nin yapısına daha çok uyuyor. Kendimizin sinemada yeterince ifade edilmediğini gördüğümüz için bu alanı tercih ettik ve tek bir ifade biçiminde buluşmamız, bunu istememiz beklenemez. Tabii ki ben Seyfi’nin filmini izlediğimde ya da onun yorumlarını dinlediğimde etkileniyorum. Bu bizleri daha da zenginleştiriyor.
Peki, herkes her bildiriye imza atmak zorunda mı?
S.T.: Bizim grup ortak hareket ediyor. Birbirimizi ikna ediyoruz, hep beraber imzalıyoruz. Bildirilerimizde farklı imzaların olmasının sebebi yeri geldiğinde Yeni Sinema Hareketi’nin dışındaki isimlerin de imza atması.
Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu gibi usta isimlerin yaklaşımı nedir bu harekete?
S.T.: Onlar konuştuğumuz, fikirlerini aldığımız insanlar. Biz çok aktif bir grubuz, sürekli buluşuyoruz. Onlar bizim dinamizmimize çok ayak uydurmak istemediler. Manevi olarak destekliyorlar bizi. Derviş Hoca aktif meselâ grupta, bizi motive eden isimlerden biri.
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..