Girit’ten önce İzmir’e, oradan da İstanbul’a göç eden Mithat Ağakay, bir gün ansızın çalıştığı sinemanın ressamının hastalanması sonucu bir sinema feneri hazırlar. O günden sonra da Beyoğlu’ndaki en şık sinemaların cephelerini kaplayan illüstrasyonların büyük bir bölümü onun elinden çıkar. Sinema feneri denilen hadisenin Türkiye’de bu kadar tutulmasında Ağakay ailesinin sihirli dokunuşlarının büyük etkisi vardır. Mithat Ağakay’ın oğlu Erol Ağakay da 1960’larda aile mesleğini sürdürerek, gerek fenerlere gerekse de afişlere tasarım yapmayı sürdürür. Yeşilçam nostaljisinin yaratılmasında filmler, yıldızlar ve sinema salonları kadar etkili olan film afişlerinin neredeyse yarısı Mimeray Ofset Matbaacılık’ta tasarlanarak basılır. Sektöre farklı bir açıdan destek olan Ağakay’ın sinemaya ve Yeşilçam’a olan sevgisi sadece afiş tasarlamak, katalog ve broşür basmakla sınırlı değildir. Film Market isimli bir dergi çıkararak dönemin Türk sinemasındaki gelişmeleri kayıt altına alır. Sineray Stüdyoları’nı kurarak filmlerin laboratuar işlemlerinin yapılmasına katkı sağlar. Dönem değişse de, çekilen film sayısı azalarak Yeşilçam dediğimiz sektör sona erse de, dönüp baktığımızda Mimeray hâlâ ayaktadır. Bizler de Türkiye’nin en köklü firmalarından birinin sahibi olan Erol Ağakay’la, sinema fenerlerini, çizim afişleri ve matbaacılığın yıllar içindeki dönüşümünü konuştuk.
Babanız mesleğe ne zaman ve nasıl başladı?
Mithat Ağakay, 1922 yılında Türk sinemasına hizmet etmeye başlar. Ancak Ağakay ailesinin geçmişine bakacak olursak, Anadolu’nun bir kentinden Osmanlı döneminde Girit’e göç etmiş bir ailedir. Babam Mithat Ağakay, Girit’te doğmuştur. Sonra 1919-20 yıllarında önce İzmir’e, oradan da İstanbul’a göç ederler. Babam öncelikle Şık Sineması’nın girişinde belediye memurluğu (kontrol memurluğu) görevine başlar. Bir gün sinemanın ressamı hastalanır ve sinemanın dış dekorlarını yapamaz. Sinemanın sahibi de babama, “sende biraz ressamlık var, senin baban da ressamdı, bize yardımcı olur musun?” der. O da memnuniyetle kabul eder. O gece bir filmin afişini sinemanın cephesine yapar. Çok da başarılı bir çalışma olur. Sonra zamanla Beyoğlu’ndaki pek çok sinemanın afişlerini babam hazırlamaya başlar. 1950’li yıllarda ise matbaacılık yapmaya karar verir. Ağabeyim Münir Ağakay ile birlikte küçük bir matbaa kurarlar.
Babanız Mithat Ağakay aynı zamanda Türkiye’de sinema feneri denildiğinde ilk akla gelen isim. Sinema feneri ismi nereden geliyor? Bunun çıkış noktası nedir?
Beyoğlu’nda Alkazar Sineması vardı. Bugün hâlâ o bina duruyor. İstanbul’un eski, tarihi bir mekânıdır. Bu sinemanın önünde, fener şeklini alabilen, içi boş, üç tarafı bez afişlerle kaplı bir cephesi vardı. Geceleri bu üç tarafı kapalı alanın içerisinde lamba yanardı. Lambalar beze ışığını verir, gece de dışarıdan bakıldığında ışıklı bir kutu haline gelirdi. Fener ismi oradan gelir. Ondan sonraki dönemde ister ışıklı ister ışıksız olsun, tüm kapı önlerine asılan afişlere sinema feneri denmeye başlandı. Esasında fenerle fazla alakaları olmamakla beraber, başlangıçta feneri anımsatan bir yapıdan yola çıkıldığı için devamında da bütün cephedeki afişlere sinema feneri adı verilmiş.
Babanız sinema fenerlerini nasıl hazırlıyordu? Biraz o süreçten bahseder misiniz?
Malum her hafta sonunda filmler değişirdi. Dolayısıyla iki ya da üç gün önceden, haftaya hangi film oynayacağına dair sipariş verilirdi. Babama önce filmin fotoğrafları gelirdi. Bunlar daha çok Amerikalı aktör ve aktristlerin fotoğraflarıydı. Onlara daha sonra birtakım vücutlar, yani dekorlar ilave edilirdi. Babam da o fotoğrafları alarak sinemanın dış cephesine göre bir mizanpaj yapardı. Yazılarını yerleştirirdi. O şekilde sinema fenerini illüstrasyon olarak hazırlardı.
Babanızla ne zaman çalışmaya başladınız?
Daha ilkokul talebesiydim. Ortaokulu Saint Benoit Fransız Lisesi’nde okudum. Fakat hayatım boyunca babama birincil derecede yakındım. Elime fırçayı alır, ona işlerinde yardımcı olurdum.
O dönemde başka kimler sinema fenerleri yapardı?
O dönemlerde Münif Fehim Bey çalışırdı. Çok değerli bir ressamdı, büyüğümüzdü. Babamla da dostlukları gayet iyiydi.
Sinema sektörüne ne zaman giriş yaptınız?
Askerliğimi tamamladıktan sonra, 1960’ların başlarında Eray Ofset Matbaası’nı kurdum. Ağabeyimin kurduğu matbaa MimCim’di. Eski Türkçede m harfinin okunuşu mim, c harfinin ise cim’di. Ağabeyimin ismi de Münir Cemil olduğu için matbaanın ismi de MimCim olmuştu. İki-üç sene bu şekilde çalıştıktan sonra babamın da ısrarıyla ağabeyimin kurduğu matbaa ile benim kurduğum matbaayı birleştirerek Mimeray Ofset Matbaacılık firmasını açtık. Firmanın kuruluş amacı genelde sinema sektörüne afiş, broşür ve katalog basmak gibi şeylerdi. 1968 senesine kadar bu devam etti. Türk sinemasında film sayısı arttığı için daha sonra ben de çektiğim fotoğraflarla film afişleri tasarlamaya başladım.
İlk hazırladığınız sinema afişi hangisiydi?
1962 yılında Kemal Film’e Bana Annemi Anlat filminin afişiyle başladım. Babamın sinemacı ve filmcilerle yakın ilişkisi benim de Türk sineması afişleri yapmama sebebiyet verdi. Tüm sinemacılar o dönemde aynı mekânlarda toplanmışlardı. Yeşilçam Sokağı bir yuvaydı. Bugünkü Türk sinemasını büyük bir takdirle karşılıyorum. Çok güzel eserlerimiz var. Teknolojinin de getirmiş olduğu güzellikler var. O günkü imkânsızlıklarla Yeşilçam sinemasına çok büyük katkıları olan büyüklerimiz vardı. Onları rahmetle anıyorum.
Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 47. Sayısında okuyabilirsiniz.