Türk sinemasının son dönemde en dikkat çeken ve tıpkı Serkan Keskin gibi çok geç “keşfedilen” oyuncularından biri de Cengiz Bozkurt. Londra’da Goldsmiths Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Sinema ve Televizyon eğitimi gören oyuncu, daha sonra kurucularından olduğu Londra’daki Arcola Theater’da genel sanat yönetmenliği yapar. Tolstoy, Harold Pinter ve Sam Shepard gibi yazarların oyunlarında görev alan Bozkurt, sonrasında pek çok dizi ve filmde de rol alır. Leyla ile Mecnun dizisinde canlandırdığı Erdal Bakkal karakteriyle çoğu kişinin tanıdığı Cengiz Bozkurt’la bizler de Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi filmi üzerinden keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türk sinemasında geçmişten gelen bir gelenek olarak yıldız oyuncu sistemi var. Bu sistemde yer alan “yıldız oyuncular” çoğu filmde isim olarak yer alırken, genelde izlediğimiz filmlerde esas rol yapan karakterler yan roller. Örneğin Turgut Özatay, Erol Taş, Osman Alyanak, Danyal Topatan gibi yan karakterlerin oyunu pek çok filmde ana karakteri bastırıyor. Sizin oynadığınız filmlerde de geçmişteki bu başarılı karakter oyuncuları gibi çoğunlukla sizin performansınız konuşuluyor. Karakter oyunculuğu ve Türkiye’deki oyunculuk sistemi hakkında ne diyebilirsiniz?
Aslında, bu sadece Türkiye’de böyle değil. Dünyanın birçok ülkesinde benzeri durumları görürsünüz. Sektör, yıldız ve yıldızlaştırma üzerinden yürüyen, arz talep ilişkisiyle açıklanabilecek, piyasa değerlerinin, kurallarının belirli ölçülerde işlediği bir alandır diyebiliriz. Kimseye zorla yıldız oyuncular dayatılmıyor maalesef. Bu konuda ilgi olduğu için medya ve sektör tarafından pompalanıyor. Çünkü merak uyandırıyor, satıyor. Bunun önüne geçmemiz mümkün değil. Bize düşen sizin de saydığınız tüm oyuncu ağabeylerimin de yaptığı gibi, bize verilen rolün en iyi şekilde altından kalkmak ve kendimizi göstermek.
Şu an, filmlerini izlediğim ağabeylerimden, üstatlardan çok daha iyi durumdayız. Her yıl oyunculuk okullarından mezun olan ve her fiziksel özellikte ve yetenekte onlarca kişi katılıyor aramıza. Tabii ki dünyanın her yerinde olan haksızlıkları biz de yaşıyoruz ama bu haksızlıkların çoğu maalesef ülkemizde oturmuş artık. Yetkin bir menajerlik ve oyunculuk ajansı sisteminin olmamasından kaynaklanıyor. Yetenek avcısı olarak çalışması gereken ajans sahipleri, menajerler oyun dahi izlemiyorlar. Bazı oyunlar sıkıcı olabilir ama ne yapalım onların da işi bu, izleyecekler ve birçok yeteneği tabii ki sektöre onlar kazandıracak, kolaycılığa kaçmadan. Lafı daha fazla uzatmadan ne demek istediğimi yıllardır Semaver Kumpanya’daki oyunlarından bildiğim, şu anda Leyla ile Mecnun’da İsmail Abi karakteriyle patlayıp, kitlelere ulaşan, arkadaşım Serkan Keskin’in kariyerine bakarsanız anlarsınız. Serkan’da ki inanılmaz komedi kumaşını bir oyununu izleseniz anlarsınız ama bütün sektör böyle bir oyuncuyu yıllardır ne yazık ki ıskalıyordu. Şu anda da eminim bir sürü Serkan keşfedilmeyi bekliyordur.
Gökten Üç Elma Düştü (2008) filminde bir mafya mensubunu, Parmaklıklar Ardında (2007-2010) dizisinde bir gardiyanı, Kavşak (2010)’ta sorguda işkence yaptığı birinin ölümüne sebep olan eski bir polisi canlandırdınız. Komedi konusunda da çok yetenekli olmanıza rağmen, son zamanlarda daha çok “kötü adam” rollerinde oynamanızı neye bağlıyorsunuz ve bu rolün size yapışacağı gibi bir endişeniz var mı?
Hayır, yok. “Kötü” tabir edilen karakterler her zaman iyi olandan çok daha çekicidir. Oyuncu için zenginlikler taşıyan özellikler barındırır, bu da sizin oyunculuk gücünüzü göstermenize imkân sunar. Ama dediğiniz gibi ben de kendimi komediye yatkın buluyorum. Bu durumda çoğunlukla ikisini birleştirip aslında son derece bıçak sırtı bir yolda yürümeye başlıyorum bende. Kuru kötüden çıkarıyorum o karakteri, Ekrem’de, Komiser Hakkı’da, Mafya liderinde olduğu gibi. Orada da kara komedinin alanına giriyorsunuz, ki zaten benim kendimi en rahat hissettiğim alan orası oluyor. Hem çok korkutucu, ürkütücü olup bazen de seyirciyi tebessüm ettirip hatta güldürecek kadar nefes alma boşlukları bırakarak yorumluyorsunuz. Çok daha izlenebilir hâle geliyor karakterler, tıpkı Coen Kardeşler’in, Tarantino’nun filmlerindeki karakterler gibi. Ekrem’i iki yıl oynadığım ve çok akılda kaldığı için benzeri birçok teklif geldi ama ben kabul etmeyip, bekledim geçen sezonun başında. Sonra Leyla ile Mecnun geldi, hiç düşünmeden kabul ettim. Hâlâ sokakta Ekrem diye durduran var ama çok azaldı, Erdal bakkal bastırdı.
Pek çok tiyatro oyununda ve filmde rol almanıza karşın, daha çok Leyla ile Mecnun dizisindeki Bakkal Erdal rolüyle insanların zihninde yer edinmenizi nasıl yorumluyorsunuz?
Televizyon işi böyle valla, yapacak bir şey yok. Ankara’da, ODTÜ’de öğrenciyken oyunlarının hiçbirini kaçırmadığımız ağabeylerimi hatırlıyorum. Yıllarca onları büyük kitleler bilmedi, tanımadı. Ta ki İstanbul’a gelip televizyon ve film işlerine başlayana kadar. Şu anda tüm Türkiye tanıyor onları. Televizyon özellikle herkesin evine rahatça girmenizi sağlayan bir araç. Çok büyük gücü var, sihirli bir kutu gibi. Televizyon işlerine hiçbir zaman burun kıvırmadım, öneminin farkındayım.
Onur Ünlü yönettiği bütün filmlerde oyuncularından çok iyi performans alıyor. Leyla ile Mecnun’da ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’nde birlikte çalıştığınız Onur Ünlü’yle setteki iletişiminiz ve oyuncular üzerindeki etkisi hakkında ne diyebilirsiniz?
Onur’la Leyla ile Mecnun’un hazırlığı sırasında tanıştık. Daha öncesinde Haluk Bilginer’le Sevgili Dünürüm diye bir sit-com çekmiştik, 4 yıl kadar önce. Haluk ağabey, filmlerinden ve kendisinden övgüyle bahsetmişti. Öyle aklımda kalmış. Leyla ile Mecnun’a başlayınca ne demek istediğini anladım. Oyuncuya yaratma ve yorumlama alanı bırakırken, tek tek karakterlerden ne istediğini saygıyla aktarabilen ve bütünü görebilen analitik kafasıyla, yaşamayı, gülmeyi seven bir adam çıktı karşıma. Eşi benzeri yok desem yeridir. Karizması, ağırlığı kendinden menkul bir sürü şişik zır zop yönetmen ve oyuncuyla dolu sektörümüzde, zekası, yaratıcılığı ve çocuksu enerjisiyle çölde vaha gibi geldi. O da hayatı fazla entelektüelize eden, kendini ağır ağabey, ağır abla sanan, kuruntulu, kibirli insanlarla ve onların yeni yetme versiyonlarıyla çalışamıyor, tıpkı benim gibi. Onur’un yaratıcılığından ve iyi aile terbiyesi almışlığından gelen samimi bir karizması vardır sette. İyi enerji saçar.
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’nde polis memuru Hakkı karakterini canlandırıyorsunuz. Hakkı bir yandan olayı çözmeye çalışıyor bir yandan da Jülide’yle bir ilişki yaşıyor. B tipi dedektif hikâyelerindeki gülünç komiserler gibi gözükürken, aynı zamanda bir film noir karakteri gibi karanlık bir tarafı da var. Hakkı karakterini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Hakkı’yı bir taraftan görevini yapmaya çalışırken, bir taraftan da kendi zaaflarının peşinden sürüklenen, sürprizleriyle seyirciyi şaşırtan bir karakter olarak yorumlamaya çalıştım. Senaryoyu Onur çok iyi yazdığı için açık kapı yoktu karaktere dair. Sadece anları, sessizlikleri iyi yorumlayarak diğer karakterlerle, özelikle Jülide’yle ve Celal Tan’la ilişkilendirmek gerekiyordu. Onu yapmaya çalıştım.
Hakkı karakterinin filmin açılışındaki Shakespeare alıntısında ifade edildiği gibi “insan insandır”ı doğrulatan, insan doğasını açığa çıkaran bir tarafı da var. Aslında Celal Tan’ın ailesinin iç yüzünü dışarıya yansıtan ve aile kurumunun işlerliğini yitirmesini gösteren karakterlerden de biri aynı zamanda.
Hakkı, aile kurumunun çürüklüğünü ortaya çıkarırken aynı zamanda sistemin de çürümüşlüğünü gösteren bir karakterdi. Olan bitenin farkında olduktan sonra bile kendi zaafları doğrultusunda hareket ederek birçok şeyi sümenaltı eden karakter olarak... İşte o da bizi “insan insandır”a götürüyor zaten. Hepimiz doğru olmayan pek çok şeye meyilliyiz, maalesef. Hatalarımızla yaşayan, çaktırmamaya çalışan trajikomik yaratıklarız. Hakkı da içimizden biri.
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi, Onur Ünlü’nün diğer filmlerine göre daha organize ve belli bir mesajı olan, komedi unsurlarını da bu mesaj çerçevesinde kullanan bir film. Onur Ünlü’nün sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz ve siz Celal Tan’ın yönetmenin filmografisi içerisindeki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Valla seyirci ne diyecek bilemiyorum, ama ben Celal Tan’ı Onur’un ustalık eseri olarak görüyorum. Çok düzgün ve yaratıcı bir iş oldu. Türkiye sinemasında girilmedik alanlara giren, benim görüşüme göre inanılmaz katkı sunan, alışılmışın çok dışında, öncü bir film oldu. Bu açılan yoldan yürüyen bir sürü genç arkadaşımız çıkacaktır zaman içinde.