32. İstanbul Film Festivali’nde bu yıl ilk defa Seyfi Teoman anısına verilen “Seyfi Teoman En İyi İlk Film” jürisinde görev yapan, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Berliner Zeitung gibi gazetelerde, Filmdienst ve Cahiers de Cinema (İspanya) dergilerine katkıda bulunan, Yimou Zhang ve Wong Kar Wai sinemasıyla ilgili kitap yazan ve Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde Almanca filmler konusunda danışmanlık yapan Alman sinema eleştirmeni Rudiger Suchsland’la sinema eleştirmenliği, eleştirinin genel özellikleri ve günümüz sineması üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sinema eleştirmenliğinin konumunu geçmişle kıyaslarsak, günümüzde nerede görüyorsunuz?
Bu hayli zor bir soru çünkü çok genel bir kapsamı var ve birkaç farklı olguyu dikkate almak gerek. Bana göre sinema eleştirmenliği daha büyük bir eleştirmenlik dünyasının parçasıdır. Bundan kastım, sinema eleştirmenliğini sanat, edebiyat eleştirmenliğinden veya felsefi hatta belki de siyasi ve kültürel eleştiriden ayrı tutamıyor olmam. Sinema eleştirmenliği dendiğinde benim anladığım, genel olarak kültürel eleştirinin bir parçası olduğu yönünde. Tarihten iki örnek vermek istiyorum: Birincisi, dünyanın en ünlü eleştirmenlerinden biri olan ve Caligari’den Hitler’e kitabını yazan Siegfried Kracauer. Onun sinema eleştirmenliği görüşüne göre, toplum veya güncel kültür eleştirisi yapmayan biri iyi bir sinema eleştirmeni de olamazdı. İşaret etmek istediğim diğer örnek ise felsefi aydınlanma geleneğidir. Entelektüelin görevi toplumdan uzak kalmak, ana akıma kapılmamak, cevaplar vermekten ziyade sorular yöneltmek, avangart bir ruhla sorgulamaktır. Felsefi anlamdaki eleştirmenlik en iyisidir. Kapalı gibi duran bütün resmi küçük parçalara ayırarak analizlerde bulunur ve bulmacanın parçalarını belki de yeni bir düzende bir araya getirir. Bence herhangi bir eleştirmen gibi sinema eleştirmeni de entelektüel olmalı ve içinde yaşadığı çağın bir yorumcusu olmalıdır.
Entelektüel, entelektüellik, analizde bulunma, sinema eleştirmenliği gibi kavramlar şu anda geçmişte olduğundan çok daha fazla saldırı altındalar. 20. yüzyılın ilk yarısı entelektüeller için kahramanlık yıllarıydı. O dönemden öncesi ise şimdikine çok benzer bir durumdaydı fakat entelektüelin aynı bir sanatçı gibi görev üstlendiği ilerleme, devrim kültürü ve siyasi toplum devrimi görüşü bir süreliğine de olsa hâkimdi. Topluma liderlik eden; geleceği, ütopyayı düşünüp ütopik örnekler veren, daha iyi bir hayata dair fikirler öne süren kişiydi entelektüel. Bugün birçok insan tarihin sonuna geldiğimizi, ebedi bir alışveriş merkezinde yaşadığımızı ve bu yüzden de entelektüelin sessiz kalıp pazarlamacı olarak çalışması gerektiğini düşünüyor. Satışa yardımcı olmak zorunda. İnsanların satın alma ve tüketme zevkleri ile satın alma ve satma zevkini kaçırmamalı. Entelektüel kişi eğer buna riayet edip pazarın bir kölesi olursa “iyi bir entelektüel” olarak görülecek ve para kazanacaktır. Bence bunun temelinde sağ-sol sorunu yatıyor ama daha çok da kamusal alanla ilgili bir sorun bu. Kamusal alan üzerine kapsamlı analizler yapmış Richard Sennett’i düşünürsek, 18. ve 19. yüzyıllarda yaratılmış bu alanın bile özelleştirilip pazarlandığı ve siyaset mekanizması tarafından müdafaa edilmediği için günümüzde çökmekte olduğunu görebiliriz.
Günümüzde (hepsi iç içe geçmiş) eleştirmenlik, özgür medya, kamusal alan, özgür konuşma hakkı ve daha ziyade bir tüketiciye dönüşmüş bireyde gördüğümüz üzere insan yaşamı saldırı altındadır, dolayısıyla sinema eleştirmenliği de aynı saldırıya maruz kalmaktadır. Kendini demokratik sürecin veya medeniyet ve aktif bir kamusal alan yaratma sürecinin bir parçası olarak görmeyip bir pazarlamacı gibi konumlandırmış olan medyada büyük bir popülizm göze çarpmakta. Gazete artık satmak zorunda olduğunuz bir ürün. Satmak için ne yapmalıyız? Okurun, okumak istediğini farz ettiğimiz şeyleri yazmalıyız. Dolayısıyla ideal bir okuru ve onun zevkini kafamızda kuruyor ve bu zevke uygun düşecek metinler üretiyoruz. Eleştirmenin, okurdan daha tecrübeli olduğu eski anlayıştan tamamen farklı bir yaklaşım bu. Bir eleştirmen kendi deneyimlerini okurla paylaşmalı, bu deneyimler üzerinden okuru eğitmeli ve aydınlatmalıdır. Kötü zevkinden dolayı okuru da eleştirmelidir. Zevk, deneyim gibi unsurları sonradan da öğrenebilirsiniz. Sinema eleştirmenliği deneyim kazandığınız, birlikte oynadığınız dostane bir okul veya belki de bir anaokuludur. Elbette, sinema eleştirmeni oynayan kişi değil, öğretendir. Kendini bir öğretmen olarak ortaya koymak tehlikeli ama başka bir yol görmüyorum. Zira öğretmiyorsanız, satmaktan başka bir şey yapmıyorsunuzdur. Sinema eleştirmenliğinin bir yanında eğitim süreci bulunurken, diğer yanında ise sinema eleştirmenliğini sanat sisteminin bir parçası olarak gören daha narsist bir yaklaşım vardır. İyi sinema eleştirmenliği demek iyi metinler, iyi düşünceler, bazen de garip metinler ve garip düşünceler demektir. Eğlenirken bile bayat espriler yapmamak demektir. Anlayabilecek mutlu azınlık için aydınlatıcı, entelektüel espriler yapmaktır. Tuhaf alıntılar yapmak, belki de yalnızca sizin ve üç arkadaşınızın bilebileceği şeyleri bilmek, olaylara derinden bakabilmek demektir. Belli bir tür sanattır ve bu yanıyla da seçkincidir. Bunun, özellikle de İnternet üzerinde belli bir anlamı hâlâ var. İnsanlar sinema eleştirmeni olabilirler ama belli görevleri yerine getirmeleri gerekmektedir. İyi okurlar da eleştirmen olabilirler. Yeni medya sayesinde, en azından sinema eleştirmenliğinin estetik yönüyle ilgili ufak da olsa bir umut var. Fakat işin eğitim kısmında, biz sinema eleştirmenleri bir çeşit savunmaya geçmiş durumdayız ama bu, oyunu kazanmak istemediğimiz anlamına gelmiyor. Bazen savunmaya geçersiniz, bazen de rakibiniz golü atar.
Bu noktada, yazıların niteliği hakkında ne söylemek istersiniz? İnternet serbest bir medya, ama genellikle filmlerle ilgili yazılarda herhangi bir nitelikten bahsetmek zor.
İnternetin niteliği de okurların, gazetelerin, radyonun vs. niteliği kadar. Çok kötü gazeteler olduğu gibi, iyi gazeteler de mevcut. İnternet üzerinde çok iyi metinler varken, kötüleri de mevcut. İnternetin avantajı aynı zamanda onun dezavantajı. Gazete yazarları bazen daha çok alana ihtiyaç duyarlar. Ayrıca bazen editörler de filmi izlemedikleri ya da sinemadan anlamadıkları için neyi tashih ettiklerini bilmiyor olabiliyorlar. Kısıtlı bir alana sahip olmak size disiplin sağladığı için çok iyi bir özellik olabilir ama bazı düşünceleriniz için daha fazla alana ihtiyaç duyarsınız ve bu çok kötü bir özelliğe dönüşebilir. Kararınızı, görüşünüzü gerekçeleriyle açıklamak istediğinizde size daha fazla alan gerekecektir. Bazen çok miktarda şeyi tarif etmek de ilgi çekicidir. Daha fazla alana sahip olmanız internetin iyi yanıdır. Kötü yanı ise bizatihi bu alana sahip olmanızdır ve bazen bu bolluktan dolayı disiplinin ucu kaçar, en azından benim bazen disiplin eksikliği çektiğim oluyor. Kendi incelememi İnternette tekrar okuduğumda gereğinden uzun ve çok süslemeli ve sırf cümle yazmanın keyfinden ileri gelen tarzda yüzeysel kısımlar bulabiliyorum. İnternetin özet yapısı son derece kaotik. Tek bir tane değil, on farklı düşünce yapınız var. Çok karışık olduğu için insanlar okumayacaktır. İlk ve belki son paragrafı okuyacak ve dilerim umduklarını bulacaklardır. İnternet alternatif bir kamusal alan fakat tüm kamusal alanlar bir tür hiyerarşiye muhtaçtır, fakat polise değil, hakeme gerek duyar. İyi bir hakem nerede işe karışması gerektiğini ve sarı kart göstermesi gerektiğini bilir. İnternetteki metinler ile diğer metinler arasındaki esas farkın nitelik olmadığını düşünüyorum.
Devamını burayı tıklayarak derginin 35. sayısından okuyabilirsiniz.