Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
21.11.2012 Gergedan Mevsimi Gergedan Mevsimi’nde Ölüm ve İsyan Tuba Deniz

İranlı yönetmen Bahman Ghobadi, son filmi Gergedan Mevsimi ile alakalı verdiği bir röportajda “İran’dan ayrılan Bahman, benim için öldü, onu gömdüm. Şimdi yeni bir Bahman’ım ve sadece dört yaşındayım.” diyor. Ülkesini terk etmek zorunda kalan yönetmenin ciddi bir kırılma yaşadığını sadece demeçlerinde değil sinematografisinde de görüyoruz. Sarhoş Atlar Zamanı (Zamani barayé masti asbha, 2000), Kaplumbağalar da Uçar (Lakposhtha parvaz mikonand, 2004), Yarım Ay (Niwemang, 2007) ve Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok (Kasi az gorbehaye İrani khabar nadareh, 2009)filmlerinde daha çok belgeselle kurmacanın girift bir bütün olarak sunulduğu, yeni-gerçekçiliğe yakın anlatımı son filminde estetik kaygıların daha ağır bastığı, sembolik, stilize bir dile evrilmiş. Daha önce de metaforlara sık yer veren yönetmenin bu tercihi son filminde daha yoğun bir aktarıma dönmüş. Çizgisel olmayan kurgusu, yakın plân çekimleri ve şimdiye kadar hep amatör oyuncularla çalışan Ghobadi’nin Monica Bellucci, Behrouz Vossoughi, Yılmaz Erdoğan gibi profesyonellere rol vermesi de sinema tarzındaki değişimin önemli göstergelerinden.

Ghobadi’nin ülkesinden ayrılmasına sebep olan bir önceki filmi Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok’da İran’da yaşayan indie rock yapmaya çalışan gençlerin yaşadıkları zorluklar, ileriye dönük hayalleri trajik bir şekilde hitama eriyordu. Hapishaneye dönmüş karanlık bir ülkenin resmedildiği filmde ürettikleri eserlerle soluk alıp vermeye çalışan sanatçıların sistem tarafından yok edilişine tanıklık ediyorduk. Mevcut rejim tarafından sakıncalı görülen bu film ve “bölücülük” yaptığı iddialarından ötürü ülkesini terk etmek zorunda kalan yönetmen için bu mahrumiyet, mağduriyet biraz da mahkûmiyet anlamına geliyor. Daha önce ülkesinin sınırları dâhilinde hissettiği bu mevkuf ruh halini şimdi gurbette yaşamaya mecbur bırakılması besliyor. Ghobadi dört yıl önce ülkesinden ayrıldığında ilk durağı New York ve ardından Berlin’dir, oralarda yaşadığı zaman zarfında bunalıma girer. İstanbul’da çektiği film, yalnızlığı, çaresizliği ve mecbur bırakıldığı sessizliğinin neticesindeki hastalığına tedavidir aynı zamanda. Daha önceki filmlerinde Kürt halkının yaşadığı trajik olaylara değinen, İran’da sanatçı olmanın zorluklarını vurgulayan Ghobadi, son eserinde kamerasını tabiri caizse kendi içine, duygu hallerindeki iniş çıkışlara doğrultur, depresif suskunluğunu konuşturur. Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok ve Yarım Ay’daki gibi Gergedan Mevsimi’nde de temel meselesi İran’daki düzenin, özellikle sanat ve sanatçı üzerindeki tahribatıdır.

Şah döneminin sonları, İran devriminin arifesinde Tahran’da filizlenen bir aşkın, 2010 İstanbul’una uzanan trajik hikâyesini konu alır film. İlk kitabı yayınlanan ve yoğun alaka gören şair Sahel (Behrouz Vossoughi) ile karısı Mina’nın (Monica Belluci) üzerinde, onları her daim gözetleyen bir çift gözdür Akbar (Yılmaz Erdoğan). Mina’ya duyduğu karşılıksız aşk nedeniyle kendini yiyip bitiren bu çaresiz bakışlar, devrimin ardından ciddi bir tehdide dönüşecektir. Akbar’ın bakışları yeni rejimin, İran İslam Cumhuriyeti’nin halk üzerindeki denetleyen, tahakküm edici nazarları olarak da okunabilir. Benzer bir bakış açısıyla sahip olmak istediği kadın, Mina’ya da İran’ın bir temsili diyebiliriz ki, filmde Mina’nın babasının rütbeli bir subay olması ve kızına aşkını ilan eden bu garip adamı hırpalayarak kapının önüne koyması manidar. Devrim her şeyi alt üst ettikten sonra sistem içerisinde kendine etkili bir yer bulan Akbar’ın ilk işi de Mina’nın babasının evini talan etmek, kocasının siyasi şiirler yazdığı iddiasıyla hapse girmesine sebep olmaktır.

Sürgünün Ruh Hali

İran’da yasaklı bir Kürt şairin, Sadegh Kamangar’ın hatıralarına dayanır senaryo. Ghobadi’nin kendini özdeşleştirdiği şairin, şiirlerinin sinematografik lisana tercümesi de denilebilir Gergedan Mevsimi’ne. Yakın plân çekimlere ağırlık vererek özellikle Sahel’in yüz hatlarını psikolojik bir harita gibi kullanır yönetmen. Mekân ile özne arasındaki boşluğu, uyumsuzluğu karakterin derin sessizliği ile doldurur. Muhammed Rasulof’un son filmi Hoş Çakal’ı (Bé Omid é Didar, 2011) hatırlatan filmin duygusu, İranlı muhalif yönetmenlerin sinemasında belirginleşen pejoratif göndermelerin yoğunlaştığı örneklerden biri. Karanlığa gömülmüş suretler, klostrofobik mekânlar, handiyse hareketsizleştirilmiş, ölü karakterlerle bir çığlığa dönüşen bu sinema dilinin en büyük handikabı, inandırıcılık duygusunu ciddi manada zedeleyen aşırı vurguları. Gergedan Mevsimi’nde ana hikâyeye yama gibi eklenen yan karakterlerin (Belçim Bilgin ve Beren Saat’in canlandırdığı hayat kadınları) senaryoya yüksek volümlü girişi de filmin aksayan yanlarından.

Sürgünde yaşayan yönetmen, filminde şair arkadaşının ülkesinden ayrılma mecburiyetini anlatıyor ki, onu canlandıran karakterin yine devrimden önce ülkesini terk etmek zorunda kalan ünlü aktör Behrouz Vossoughi olması dikkate değer. Zira oyuncu, karakter ve yönetmenin ortak bir kaderde buluştuğu “sürgün” kavramı filmin mihenk noktası. Vatan, ev kavramlarının çatısı altında, sınırda, berzahta yaşamaya mecbur bırakılmak, sürgünde yaşamak ile ölüm fikri arasında ince bir çizgi var filmde. Bu ruh hali, Vossoughi’nin canlandırdığı Sahel’in ifadesi(zliği)nde vücut buluyor. Ghobadi’nin ve onun şahsında tüm İranlı sanatçıların da duygu halinin bir tecessümü olarak görebileceğimiz Sahel’in donuk, sessiz, yarı ölü bedeninde... Dili mühürlenmiş bir şair Sahel, tıpkı elinden sinema yapma yetkileri alınan yönetmen Ghobadi gibi, onun da varoluşunun en temel ifade biçimi yok edilmiş. Her ne kadar susturulmuş olsa da bu düzenin İranlı sanatçıları ortadan kaldıramayacağı, sanatın dolaşıma girdikten sonra bir şekilde kendine hayat alanı bulacağına dair bir umut da var filmde. Zira Mina eşinin şiirlerini hapishanenin duvarlarına kazımakla kalmaz, insanların bedenlerine dövme olarak işler. Görüntülerin üzerine seyir boyunca düşen mısralar, filmdeki karakterlerin her birinden daha canlıdır, adeta soluk alıp verir...

Sınırın o tarafında ya da bu tarafında olmak değil de sınırda olmak Ghobadi’nin sinemasının en önemli motivasyonlarından biridir. Sahel’in bir dizesinde geçtiği gibi “Yalnızca sınırda yaşayanlar topraklarını yaratırlar!” Ghobadi de bu çizgi üzerinde kalmanın buhranını ve nimetlerini bir arada yaşar. Sınırda kendine sanatın belirleyici olduğu yeni bir coğrafya yaratır, bir adım ötesi yokluk olan bir mevcudiyet alanı. Sinemayı bir direniş hattı, silah gibi gören Ghobadi’nin daha önceki filmlerinde de karşımıza çıkan intihar fikri burada da benzer bir hizmet görür. Zira intihar her zaman bir kaçış ya da vazgeçiş anlamına gelmez çoğu zaman geride kalanlara verilen en büyük ceza, meydan okuma, vicdanları ile baş başa bırakma eylemidir, bu yok etme girişiminin özünde isyan duygusu vardır. Bu sebeple filmin nihayetinde Akbar ile suyun derinliklerine gömülen Sahel, hayata dair umudunu kaybetmiş bir şair değil de (yönetmenin yazının başında alıntıladığımız ifadelerinden yola çıkacak olursak) tüm gücünü iktidara yönelik muhalefetinden alan, İran’da ölen Bahman Ghobadi’nin ta kendisidir.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..