Hırslı politikacı David, Amerika Birleşik Devletleri senatosuna şimdiye kadar girecek en genç adaydır. Ta ki bir konuşma öncesi lavaboda Elise ile tanışana dek. David, karşılaştığı bu “garip” ve bir o kadar da güzel kadından çok etkilenir ve kariyerinde sıçrama yapmasına vesile olacak konuşmasında ondan ilham alır. Bir daha ki sefere “tesadüfen” otobüste karşılaşırlar. Hâlbuki bu gerçekleşmemesi gereken bir buluşmadır. Planların (kaderin) yazıldığı kitaba göre, yolda yürürken David’in elindeki kahve üzerine dökülmeli ve otobüsü kaçırmalıdır. Cep telefonlu, fötr şapkalı melekler, filmin Türkçe ismiyle ifade edelim dersek kader ajanlarından birinin ihmalidir bu ikinci görüşmenin sebebi. Yazılanın dışına çıkılmıştır ve en kısa zamanda melekler bu hatayı telafi etmelidir. Kader ajanları, dünyanın dört bir tarafındaki insanların hayatının şekil almasını böyle küçük hamlelerle belirlemektedir. Tüm bu kararlar ise yönetici/Tanrı tarafından alınmıştır.
Peki, neden mi Elise ile David bir araya gelmemelidir? Çünkü biri ileride çok ünlü bir balerin diğeri ise Amerika’nın lideri olacaktır. Birliktelikleri dünyanın gidişatı ve ikisinin de kariyeri açısından hayra alamet değildir. Hasbelkader meleklerin varlığına şahit olan David, onların tüm uyarılarına rağmen güzel kadını aklından çıkaramaz, kadere karşı savaşır adeta. Tüm engellere rağmen üç yıl boyunca, Elise ile tekrar karşılaşabilmek için aynı otobüse binecektir. Bir gün “tesadüfen” yine bir araya gelirler, bu ihtizaz meleklerin işini daha da zorlaştıracaktır. Yönetmen, tesadüf ile kader arasında garip bir ayrım ortaya koyar. Senaryonun akışını sağlayabilmek adına zorlama bir tanımlamadır bu, tıpkı filmin nihayetindeki özgür irade ile kader arasında kurulan ilişki gibi…
Gazete okuyan, bunalıma giren yeri geldiğinde David ile yumruklaşan meleklerin dünyasına yönetmenin bakış açısı da fizik kurallarının ötesine geçemiyor. Bir şirket gibi tasarlanmış, Tanrısal makam: Göğe doğru yükselen bir binanın tepesinde, ulaşılamaz mevkiinde yönetici ve dört bir tarafta onun çalışanları melekler. Şapkaları da bir nevi kurum kartı ya da akbil gibi, kapılardan geçmelerini sağlıyor.
Ocean’s Twelve’in (2004) senaristi, Son Ültimatom’un (The Bourne Ultimatum, 2007) yazarlarından George Nolfi’nin filmi Philip K. Dick’in (Gerçeğe Çağrı, Azınlık Raporu ve Bıçak Sırtı) kısa öyküsünden uyarlanmış. Kader Ajanları (The Adjustment Bureau, 2010) biraz Matrix (1999) biraz Başlangıç (Inception, 2010) sularında yüzüyor, zaman zaman Arzunun Kanatları’ndan (Der Himmel Über Berlin, 1987) dem vuruyor fakat katmanlı bir söyleme dönüşemiyor. İyi işlenebilecek bir konu, birkaç kovalamaca sahnesi ve çiftin buluşma hikâyesine yamalanınca, sadece izlenebilir bir aksiyon çıkıyor karşınıza.