Yerli Diziler
Dosya Arşivi
Temmuz-Ağustos 2010
Düşlerin Eskizleri: İlk Filmler, İlk İzler
19.07.2010 Jim Jarmush: Topyekûn Karmaşa Ahmet Terzioğlu

 

“... çünkü bu gözler senin gözlerin değil,
bir başkasının.”
Jim Jarmusch
 
O 1953 yılında Ohio’da doğdu. Edebiyat küçük yaşlarından itibaren en önemli ilgi alanı oldu. Okur olmaktan sıkılıp daha öteye gitmeye karar verdiğinde henüz yirmili yaşlarında bile değildi. Yazmak, onun için giderek bütünlüğe sahip metinler oluşturmaktan ziyade fragmanter ve anlara odaklı küçük anlatı parçaları inşa etmek anlamına geldi. Sinemanın B film tanımı içerisinde değerlendirilen -bir arabalı sinema dönemi klâsiği olan Thunder Road (1958) gibi- kıyıda köşede kalmış örneklerine her zaman önüne geçilmez bir merakla yaklaştı. William Burroughs, Jack Kerouac ve Frank Zappa (Mothers of Invention), edebiyattan müziğe dek uzanan ilgi alanının mihenk taşlarıydı. Hiçbir zaman “Amerikalı” etiketini taşıyacak eserler vermeyeceği, henüz hiçbir eser ortaya koymadığı zamanlarda bile çok açıktı. Ama bu durum onu başka bir yere ait de yapmadı. Amerikalı değildi, Avrupalı sayılamazdı; o daha çok “anlatı ormanları”nın kendine has iklimi içerisinde yaşamayı seçmiş bir “kurgu” meraklısıydı. Tom Waits’in deyişiyle, “o bir göçebe, daimi bir yabancı” idi. Di’li geçmiş zaman kullanmaktaki ısrarımız sizi yanıltmasın. Bir süredir mizâcının anahtar kelimeleriyle kendisine dair cümleler kurduğumuz yaratıcı hâlâ hayatta, hâlâ sanatsal üretimini sürdürüyor. Uzatmaya gerek yok, bahsi bir türlü geçmeyen yaratıcımızın tam adı James R. “Jim” Jarmusch.
 
“Oyunun başı, oyunun sonudur.”
Ünlü Alman teknik direktör Sepp Herberger, futbolu tanımlarken şöyle demişti: “Oyunun başı, oyunun sonudur.” Herberger haklıydı. Zira başlangıç, gerçekten de kendisinden sonraki adımlar hakkında sanıldığından fazla şey söyler; üstelik bu durum yalnızca futbolun hudutları içerisinde kalmaz her tür “oyun”un alanına bir şekilde sızar. Sinema da başlangıcın, devam ve sonuçla arasındaki güçlü ilişkisinin tesirini göstermeyi ihmal etmediği “oyun”lardan biridir. 1980 tarihli, Jarmusch’un ilk filmi Permanent Vacation ise Herberger’in sözünün hakkını büyük ölçüde veren önemli örneklerden.
 
Permanent Vacation Jarmusch sinemasının özelliklerinin neredeyse tamamını taşıdığı gibi, Jarmusch’un mizacından da bir çok şey barındırır. Bir kere Permanent Vacation, el yordamıyla sürdürülen bir arayışın filmidir; yani anlatı, her şeyin belirsiz olduğu, tasarıma yer verilmeyen bir evrende geçer. Nedenler ve sonuçlar arasındaki kesinlikle sarsılmayan güçlü bağlantılara Permanent Vacation’da yer yoktur. Kararlar alınmaz Permanent Vacation’da, yalnızca bazı edimler doğaçlama olarak (Allie’nin jazz’a ayak uyduran doğaçlama dansında olduğu gibi aniden) uygulamaya koyulur. Filmde Allie’nin (Charlie Parker) -film boyunca yaptığı gibi- yürümek dışında yaptığı ilk şey, yıpranmış bir duvarın ortasına kendisinden bir iz bırakmak için çizdiği “grafiti”dir. Permanent Vacation, o yıpranmış duvarın üzerine çok da plânlanmadan yapılmış graffiti gibi bir filmdir. Ancak ilerleyen yıllarda daha kaliteli boyalarla, hatta itinayla tasarlanmış bir kalıbın yardımıyla varyasyonları yapılsa bile, ilk olmasının taşıdığı güçle kendisinden sonrakilere tesir edebilmiş bir grafitidir bu. Permanent Vacation, “topyekûn karmaşa”nın sinemasal bir stil hâline gelmesinin öyküsüdür. Eğitimi, çizgiselliği, kuralları reddetmenin hikâyesi olarak filmi okudukça farklı çıkarımlar yapabilmemiz, Permanent Vacation’ı daha da zenginleştirir.
 
Biteviye Yolculuk
Her karesini biyografik öğelerin sardığı film, Jim Jarmusch’un gerçek yaşamını değilse bile, hayattan kaçarken sığındığı zihinsel (soyut) evreninden büyük oranda faydalanan bir eser. Çıldırmış bir anne ve izi bile sürülemeyen bir babayla yaşamın ortasında kendisini bulan Charlie’nin köksüzlüğü ve içselleştirilmiş yersizyurtsuzluğunda Jarmusch’un gerek beğenileri, gerekse de beğenilerinin ekseninde şekillendireceği eserlerine dair çok şey bulabiliyoruz. Allie gitmesi gerektiğini düşünüyor, zira bulunduğu yer onu kabul etmiyor ve onu her an kendisinden daha uzaklara püskürtüyor. Jarmusch’un yaşamına kısa bir süre göz atmış olan biri için bile Charlie’nin aidiyetsizliği çok tanıdık.
 
1953’de Ohio’da doğan Jarmusch da, Allie gibi yaşadığı yerden kaçmayı kendisine en önemli hedef olarak belirlemişti. Plânsızlık, onun sinemasının doğasını oluşturduğu gibi kendi mizacının da en önemli nüvesiydi. Yaşamını plânsızlıkla şekillendirdi. 18 yaşındayken Medill Gazetecilik Okulu’na girdiğinde şair olma arzusundaydı. Fakat onu cezbeden şey gazetecilik değil edebiyattı. Columbia Üniversitesi’ne bu dönemde, Medill Gazetecilik Okulu’na karşı ilgisini giderek yitirmesinin ardından geçti. Columbia’da yıllardır değişmeyen takıntısı edebiyatla yakından ilgilenme fırsatına kavuştu. Amerikan veİngiliz edebiyatı eğitimi alıyor, bir yandan da Amerikan edebiyatının avangart şairleri Kenneth Koch ve David Shapiro’nun derslerini takip ediyordu. fiiirle arasındaki bağ giderek kuvvetlenirken fragmanter yapıda, kendi deyişiyle “yarı anlatısal soyut metinler” kaleme almaya başladı. Allie gibi hiçbir şeye tutunmak istemeyen mizacı, okulunun son yılında kendisini yeniden gösterdi ve öğrenci değişim programıyla Paris’e gitmeye karar verdi. Ancak öğrenci değişim programının normal süresinin üzerine çıkarak, yaklaşık on ay boyunca Paris’te yaşadı. Zamanının çoğunuCinémathéque Française’de geçirdi. Kendi sinemasını zihninde inşa ederken esinlendiği önemli ustalarla sinematek günlerinde tanıştı: Imamura, Ozu, Mizoguchi, Dreyer, Bresson filmleri onun özgünlüğe inanmayan sinemasının temellerini oluşturdu. Burada bir spekülâsyonda bulunabiliriz: Permanent Vacation’da Allie, limanda Paris’ten geri dönen kendi yansımasıyla karşılaşır. Paris’te yalnızca gözü yaşlı arkadaşlar bırakan bu adam, Allie’nin aradığı şeyi veya şeyleri Paris’te bulamayacağına dair bir imadır sanki. Jarmusch da Fransa’da, sanat dünyasının merkezinde sanki aradığı şeyi bulamamış bir şekilde geri döndü ve müzisyen olarak çeşitli yerlerde çalışmaya başladı. Bir süre sonra sinemanın çağrısına yeniden kulak verdi ve New York Üniversitesi Tisch School of Arts’a başvurdu. Sinemaya teknik olarak uzak olmasına rağmen, fotoğraf ve yazın konusundaki ilgisi ve yeteneği sayesinde okula kabul edildi.
 
Permanent Vacation’da Allie sinemaya gittiğinde doppler etkisi üzerine ilginç bir hikâye dinlerken, hem anlatılan hikâyeden hem de duvarda asılı duran film afişinden Jarmusch hakkında iki şey öğreniriz: Birincisi, -daha evvel de belirttiğimiz gibi- “Somewhere over the Rainbow”u çatıda icra eden saksafon sanatçısı gibi Jarmusch da kendisini hiçbir yere ait hissetmiyordur. İkincisi, Masum Vahşiler (The Savage Innocents, 1960) gibi B film türünün önemli örneklerini yaratan ve Fransız Yeni Dalgası tarafından da önemsenen Nicolas Ray, Jarmusch için de çok önemli bir sinema ikonudur.
Jarmusch’un hocalığını yapan Ray, onun zamanla akıl hocası hâlini alır. İlk senaryosunu da okuttuğu Ray, Jarmusch’un metninin “hareketten yoksun olması”nı eleştirir. Ray’in yaptığı bu eleştiri, aynı zamanda kıymetli bir tespittir; zira Jarmusch’un Permanent Vacation ile başlayan anlatı macerasında hareket, her zaman ikinci hatta üçüncü plânda kalacak ve Jarmusch’un “yarı anlatısal soyut” filmlerinde pek fazla yer bulamayacaktır. Bazen kara filme, bazen Bushido’ya, bazen B filmleri dünyasının başarısız sentetik doğasına yönelen yoğun ilgisinden tüm enerjisini alan ama hiçbir zaman teleolojik olarak bir yönelime sahip olmayan, yüzergezer semantik kümelerin, göndermelerin ve alıntıların bir araya kesinlikle bir bütün oluşturmadan geldiği anlatılardır Jarmusch’un filmleri.
 
Filmler, kitaplar ve müzik, Allie’nin hayatında insanlardan çok daha büyük bir yere sahiptir Permanent Vacation’da. Çünkü Allie başını alıp arkasına bile bakmadan çekip giderken, yanında götürebileceği tek şeyin, zihninin yıllar boyunca izlediklerinden, okuduklarından ve dinlediklerinden ördüğü ağ olduğunu bilir. Bu yüzden ardında bırakıp gideceği sevgilisiyle geçirdiği son anlarda bile, kitap (Maldoror’un fiarkıları) ve müzik (jazz) onun ilgisini çeken esas şeyler, zamanını tükettiği esas meşgalelerdir. Zihnindekilerden başka hiçbir şeye yaşamında yer vermeyen biridir Allie ve pek tabii Jarmusch. Bu yüzdendir ki, bir film hayatını değiştiren önemli olaylardan biri olur. Sudaki Yıldırım (Lightning Over Water, 1980), Wim Wenders’in Nicolas Ray hakkında çektiği belgeselin adıdır ve bu ad, bir film adı olmanın çok ötesinde anlamlar taşır Jarmusch için. Sudaki Yıldırım’ın çekimleri sırasında Jarmusch, Wenders’ın asistanlığını yapar, çünkü Ray’in yaşamı boyunca asistanlığını yapan tek kişi yine Jarmusch’tur. Ray, Jarmusch’un bitirme projesi için gereken bütçeyi sağlamasına destek olur. Film okul tarafından Jarmusch’un mezun olmasına yetecek kadar iyi bir proje olarak değerlendirilmez. Ancak bugün, otuz yıla yayılan filmografisinin her nüvesini taşıyan bir ilk film olma özelliğine sahip bir film olarak Permanent Vacation karşımızda tüm gücüyle durmaktadır.
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..