Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
26.10.2014 Nergis Hanım Sahte Izdıraplara Övgü Zeynep Turan
“Dediğimiz gibi ‘fikri sinema’ isterse kişiliğe, telakkiye, her kişinin görüşüne göre bir veya birkaç gayesi olan bir sinema olsun, özel surette, sosyal, moral ve estetik bir sorumluluğa bağlıdır.” (1)
 
Giovanni Scognamillo, 18 Nisan 1962 tarihli Yön Dergisi’ne yazdığı bir makalede Yeşilçam sinemasının “kısırlığından” dem vurur. Eksik imkânlarımıza rağmen Avrupa sinemasından daha fazla sayıda film çekildiğini ancak keyfiyet açısından “hem şekli hem de konusal tekrarlamanın” söz konusu olduğunu dile getirir: “Gerçekten bizim olan adet ve yaşantı şekillerinden ayrılmadan gözlerimizi dört açıp yurdumuza, halkımıza bakalım ve imkânlarımız dâhilinde bunları gereğince perdeye aktarmaya ve gereken sonuçlara varmaya çalışalım. Fakat kenar mahalle kabadayılarından, sokaktan gelen kadınlardan, ihtilaflı ve sahte aşk maceralarından, ecnebi filmlerden bolca aktarılan durum ve konulardan vazgeçelim artık.”
 
Scognamillo’nun bu satırları kaleme alışının üzerinden elli küsur yıl geçti, Yeni Türkiye Sineması için yeni bir kısırlaşma furyasından söz edebilecek kadar yerli filmimiz var artık. Tekrar eden konulardan ya da karakterlerden ziyade gözlerini dört açıp yurduna, halkına nihayet bakmaya başlayan yönetmenlerin, durup baktıkları yeri ve aynı zamanda nasıl baktıklarını tekrar tartışmakta fayda var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem ve Yeşim Ustaoğlu sinemaları özelinde çokça tartışılan kötülük, umutsuzluk, nihilizm temaları büyük bir hevesle farklı mekânlarda, farklı sorular etrafında yeniden üretiliyor. Ancak bu üretim sonucunda ortaya çıkan şey kalıcı ve sahici bir hikâyeden ya da karakterden ziyade bu karamsar havanın dolaşımı oluyor. Karakteri umutsuzluğa sevk eden her ne ise filmin odağına oturtuluyor ve hikâyedeki tüm unsurlar o odağa hizmet eder hale geliyor. Bunun sonucunda da söz konusu karakterin içselleştiremediği dolayısıyla bizim de ait hissedemediğimiz bir yerden sahte ızdıraplar devşiriliyor.
 
Özellikle taşrada ve şehrin banliyölerinde geçen filmlerde hâkim olan karamsar havanın bir kısır döngü içerisinde sürekli olarak kendini tekrar ettiğini söyleyebiliriz. Üstelik bu karamsar havanın sahici, canlı ve seyirciye dokunan bir dertten kaynaklandığını da ya çok zor görüyoruz ya da hiç göremiyoruz. Genellikle taşradan kopamayışın; varoşta “maddi” olarak refaha eremeyişin bir neticesi olarak hiç de gerçekçi görünmeyen suratı asık karakterlerin hikâyelerini seyrediyoruz.
 
Yine Bir Kısır Yapı
Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde, Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünü kazanan Nergis Hanım, film dili açısından bu kısır yapı içine dâhil edebileceğimiz bir anlatıya sahip. Alzheimer hastası annesine bakan Ekrem’in gittikçe tükenen sabrının, karanlık bir hava akımına sürüklenip tüketilişine tanıklık ediyoruz. Oldukça kıymetli ve üzerine söz söylenmesi gereken bir hikâye, hem söz konusu yapının açmazları hem de bu açmazların sebep olduğu senaryodaki eksikliklerden dolayı yeterince güçlü şekilde aktarılamıyor.
 
Ne anlatım tarzı açısından ne de teknik alanda yapılan tercihler doğrultusunda yönetmenin diğer filmlerine sirayet edecek bir stilden söz etmek mümkün değil. Sirayet edebilecek yegâne unsurun yine kaba bir karamsarlıkla sınırlı kalacağını şimdiden söyleyebiliriz. İzleyenin belleğinde yer edecek yeterince ilginç ve iyi karakterler ortaya çıkmayınca sinematografik anlamda filme nüfuz etmek zorlaşıyor. Ekrem’in kanepeye oturup, hayalini kurduğu yelkenlinin tablosuna bakıp, sigarasını içişindeki yoğun duygu potansiyeli dahi tezahür edecek alan bulamadan filmin odağına yerleştirilen kötümser hava akımına kapılıyor.
 
Hikâyenin etki uyandırabilmesi için karakterlerin iyi geliştirilmesi ve inandırıcı olması gerekir. Nergis Hanım, tek mekânda geçmesinin avantajıyla karakterlerin ön plana çıkartılıp, derinleştirilmesinin mümkün olduğu bir forma sahipken bu yönü tamamen göz ardı ediliyor. Yönetmen seyirciyi Ekrem’in annesi Nergis’e karşı olan tutumunun doğruluğu, yanlışlığı üzerine düşünmeye itiyor. Cebinde üç kuruşu olmayan bir adamın yaptığı tercihler üzerinden onları da aşan “büyük resme” dair “büyük sözler” büyük sorgulamalar yapmaya çalışıyor. Yönetmen Görkem Şarkan’ın bir röportajında bahsettiğine göre, filmi belgesel gerçekliğe oldukça yaklaşan kurgusal drama olarak kameraya kaydetmesiyle, seyircinin film ile mesafesini koruyarak kendisiyle de yüzleşebilmesini hedeflemiş. Halbuki yeterince bilmediği bir hayatın gündelik pratiği; bir türlü tanıyamadığı bir karakterin mutsuzluğu, umutsuzluğu üzerinden izleyicinin kendine projeksiyon tutmasını beklemek büyük bir beklenti değil mi?
 
 
(1) Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam, Küre Yayınları, 2011, s. 98
 

    

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..