George Ovashvili’in 2009 yılında izleyiciyle buluşan filmi Öteki Yaka (Gagma Napiri) on iki yaşındaki Tedo’nun babasının yanına, Tkvarcheli’ye gitmek için tek başına verdiği mücadeleyi anlatır. Bir tek sırt çantasını yanına alan Tedo’ya Gürcü olduğunu saklayabilmesi için dilsiz ve sağır taklidi yapması tavsiye edilir. Abhaz, Gürcü ya da Rus olan birçok insanla temas kuran Tedo şahit olduğu trajik olaylar karşısında pes etmeden, sabırla yoluna devam eder.
Yönetmen Ovashvili savaş filmlerinden aşina olduğumuz olaylara yol boyunca yer verir. Bir kadına tecavüz edilir, sınır kontrol noktalarında adam öldürülür, savaşın gerilimi gündelik hayatın içinde apaçık hissedilir. Film, anlatım dilinin katmanlılığı açısından yeterince derinleşemese de yapısı itibariyle oldukça sade bir atmosfere sahip. Tedo’nun babasını bulup bulamayacağı ve başına yolda nelerin gelebileceği soruları üzerinden ilerleyen film bu soruları ikinci bir katmana taşımada ise yetersiz kalır. Ancak Tedo saflığının ve iyi niyetinin ön plana çıktığı tipikleşebilen bir karakter olarak karşımıza çıkar ve filmin derinlik kazanmasında oldukça önemli role sahiptir.
Ovashvili’nin Öteki Yaka’nın ardından çektiği Mısır Adası (Simindis kundzuli)ise bereketli toprakların üzerinde yüzdüğü Enguri Nehri’ndeki küçük bir adacıkta mısır yetiştiren bir dede ile torunun hikâyesini anlatıyor. Karlovy Vary Film Festivali’nde büyük ödülü kazanan film, Gürcistan ve Abhazya arasındaki gerilimi bu defa küçük bir adaya taşıyor.
Ailelerin mısır yetiştirdikleri bu küçük adaların birinde sade ve geçici bir yaşam alanı oluşturan dede ile torunun tek misafirleri tekneleriyle yanlarına uğrayan Gürcü ve Abhaz askerlerdir. Onun haricinde küçük bir ev inşa edip, balık avlamak ve ekip biçme işi dışında neredeyse hiçbir şey yapmazlar. Bundan dolayı filmin duygusu karakterlerin yapıp ettiği bu ufak tefek işlerde, karakterlerin bakışlarında ve hallerinde vücut bulmak zorundadır. Bu kısıtlı alan karakterlerin sayılı eylemlerini derinleştirecek işleve sahipken kimi zaman filmin bütünlüğünden kopuk detaylar bunun önüne geçiyor. Yine de film duygusunun belli bir seyirde ivme kaybetmeden devam ettiğini söylemek mümkün.
Dede ve torunun askerlerle, mısırla, toprakla, nehirle ve birbirleriyle kurdukları ilişkide, az sayıdaki diyaloga, abartısız mimiklere rağmen söz konusu gerilimin hissedildiğini ve bunun film duygusunu tetiklediğini söyleyebiliriz. Öteki Yaka’da yer verilen trajik olaylara dair hiçbir iz olmasa da yaşanılanların ağırlığı dede ve torunun durgun bakışlarında gizli gibidir.
Savaşın karakterlerin üzerine sinen ağırlığını Öteki Yaka’da çok daha görünür haliyle tecrübe ederken bu defa o karanlık ruh halini tüm görünürlüğünden uzak filmin anlatım dilini de katmanlaştırabilen, soyutlanmış bir mekânda hissediyoruz. Ada, bereketli topraklarıyla hem de kime ait olduğuna dair ortaya atılan iddialarla filmde önemli bir pozisyona sahip. Dede ile torunun askerlerden ziyade yağmur ve fırtınayla cebelleşmeleri ve toprakla uğraşmaları bu işlevselliği artırarak gerçekçi bir zemine taşıyor. Adanın kime ait olduğu, hangi askerin gerçekten tehdit oluşturacağı sorusuna en güzel cevabı da son defa yağan o yağmur veriyor.