“Sabırsız, mevcut ana odaklanan bir toplumda, hangi özelliğimizin kalıcı değer taşıdığına nasıl karar verebiliriz? Kısa vadeye kilitlenmiş bir ekonomide nasıl uzun vadeli hedeflere sahip olabiliriz? Her an parçalanan veya sürekli olarak yeniden şekillendirilen kurumlarda, karşılıklı sadakat ve bağlılık nasıl sürdürülebilir? Bunlar yeni, esnek kapitalizmin karakter konusunda karşımıza çıkardığı sorunlardır.”(1)
Richard Sennett
İnsanlar bir haksızlığa uğradıkları zaman bunun hesabını sorabilecekleri, dertlerini izah edebilecekleri, kendilerini savunabilecekleri ya da şikayette bulunabilecekleri bir muhatap ararlar. Hükümetler, sendikalar, işyerleri yahut adliyeler mücadelenin belirli prosedürler çerçevesinde daha sistematik belki daha örgütlü diyebileceğimiz şekliyle muhatap bulabildiği kamusal mekânlardır. Daha fazla kâr elde etmekten başka hiçbir amacı olmayan günümüz ekonomisi bu mekânları imkânları ölçüsünde işlevsiz hale getirmeye çalışır. Yasaların kâr hırsına hizmet edecek şekilde düzenlenmesini dayatırken mevcut mevzuatın da kendi aleyhine uygulamaya geçirilmemesi için çalışır. Medyayla, hükümetlerle, yasa uygulayıcılarıyla türlü işbirlikleri kurar. Herhangi bir hak mücadelesi ortaya çıktığında mücadelenin failleri, sorumluların kimler olduğunu açık bir şekilde dile getirseler dahi söz konusu kamusal mekânlardan bekledikleri karşılığı alamazlar. Çünkü asıl sorumlu her zaman için “sistemdir” ve o yargılanamayacak, sorgulanamayacak kadar ulaşılmaz, görünmez ve dokunulmaz hâldedir.
Yeni kapitalizmde işin karakter üzerindeki etkilerini irdelediği kitabında Enrico ve Rico’nun deneyimi üzerinden “sürüklenme” halini ele alan Sennett, diğer birçok halin yeni kapitalizm kültürüyle beraber nasıl değişip dönüştüğünü anlatırken bunların karakter üzerindeki tesirini gün yüzüne çıkarır. Rutinin ya da esnek çalışmanın, risk almanın, iş etiğinin, aynı işyerinde çalışanlar arasındaki güvenin ya da güvensizliğin değişen koşullar altında nasıl şekillendiğini; ayrıca bu sürecin muhatabı olan işçilerin bu deneyimler dolayımıyla neler hissettiğini, hangi kaygı ve endişelerle hareket ettiklerini ele alır.
Sennett’in yeni kapitalizm kültürünü anlamaya çalışırken sergilediği tavrın kıymeti, kapitalizmi insanların farklı mekânlarda ve zamanlarda başlarına gelen türlü karşılaşmalar neticesinde nasıl deneyimlediklerine alan açmasındadır. İnsanların daha iyi koşullar altında, refah içerisinde yaşayacağı iddiasıyla gün geçtikçe yaygınlaşan esnek çalışma koşullarıyla insanların sürekli olarak kendilerini büyük bir risk ve güvensizlik çıkmazında bulmaları yalnızca ekonomi-politikle açıklanabilecek bir durum değildir. Tam da bu noktada kişilerin özgüven ve özsaygı yitimiyle duygusal deneyimlerine, yani benliklerine yapılan istikrarlı ve sistemli bir saldırıdan bahsetmek mümkündür. Sennett’in deyimiyle “karakter aşınması” tam da bu duygusal deneyimlerin dolayımıyla gerçekleşiyor diyebiliriz.
Sabra ve Sebata Dair Örnek Bir Deneyim
Akademik literatürde az sayıda örneğine rastladığımız bu anlatı yapısıyla beyazperdede de çok sık karşılaştığımız söylenemez. İnsan karakteri üzerindeki tesirini ön plana çıkararak yeni kapitalizm kültürüne bakmaya çalışmak ile meseleyi makro düzeyde ele almak arasında kuşkusuz bir fark vardır. Belli bir hikâyeden yola çıkıp, hikâyeyi odağa yerleştirmektense karakterlerine hareket edebilecek alan açmayı tercih eden Dardenne Kardeşler, sistemin çıkmaza ittiği sahici karakterlerine bir yenisini daha ekliyor. Bruno’yu cebinde beş kuruşu olmadığı için annesinden kaçırarak satmaya kalkıştığı yeni doğan bebeğiyle; Rosetta’yı işini elinden alabilmek için ölüme terk edip etmeme arasında tereddüte düştüğü arkadaşıyla; Igor’un yine işi pahasına koruyup korumamak arasında bir tercih yapmaya zorlandığı bir göçmen kadınla bir nevi imtihana tabi tutan Dardenne Kardeşler, bu sefer Sandra’nın zorlu geçen iki gününü anlatıyor.
Evli, iki çocuk annesi olan ve aynı zamanda düzenli olarak Xanax kullanarak depresyonla başa çıkmaya çalışan Sandra’nın işini kaybetmemesi için beraber çalıştığı iş arkadaşlarının yıl sonu ikramiyesinden vazgeçmeleri gerekir. Sandra işyerinde yapılacak son oylama için iş arkadaşlarıyla tek tek görüşüp onlardan işini geri alabilmek için kendisine oy vermelerini isteyecektir.
Sandra “ben bir hiçim” diyerek hem çalıştığı yerde hem de toplumda ona ihtiyaç duyulmadığını; sürekli ağlayıp dağıldığı için hiçbir işe yaramadığını hisseder. Kapı kapı dolaşıp diğer çalışanlarla bu işe neden ihtiyacı olduğunu anlatmak Sandra gibi bir kadın için başa gelecek en zor işlerden biridir. Sandra her kapıyı çaldığında saflar daha da netleşir. Büyük kızın dersleri, birikmiş doğalgaz ve elektrik faturaları ve yeni bir yuva kurabilmek için aslında tüm çalışanların o ikramiyeye ihtiyacı vardır. İkramiye ve Sandra’nın işi arasından ikramiyeyi tercih edenlerin tümü, onun için üzgün olduklarını ancak yine de ikramiyeyi almaları gerektiğini ve bunun zorunlu bir oylama olduğunu hatırlatırlar. Patron Dumont ise Sandra’yla kişisel bir derdinin olmadığını ancak güneş paneli üretiminde Asyalılarla rekabet edebilmek için böyle bir yola başvurmak zorunda olduğunu dile getirir.
Sonuç olarak Sandra’nın muhatap kabul edebileceği, suçlayacağı ya da hak vereceği bir “ötekisi” yoktur ortalıkta. İkramiye ve güneş paneli gibi çok pragmatik iki zorunluluk ve ihtiyaç vardır. Sandra’nın sürekli vazgeçip kaldığı yerden devam etmesi, tamamen pes edip tekrar bir adım daha atmayı denemesi, iki gün boyunca bu kadar sık gidip gelmesi aslında onun da bu iki ihtiyacın ve zorunluluğun yerine getirilmesini gayet makul karşılamasıyla ilgilidir. Ancak her kapıyı çaldığında biriktirdiği deneyime bir yenisini daha ekler. İlk başta makul karşıladığı ikramiye yerine artık Juliete, Timur ya da Hicham vardır karşısında. Onlarla konuşur, el sıkışır, tartışır, onlara derdini anlatır. Böylelikle muhatap olabileceği, ihtilafa düşebileceği bir “öteki” inşa eder kendisine. Müdahale edemeyeceği, yargılayamayacağı kadar soyut iki ihtiyacın karşısına bir bütün olarak koyamadığı benliğini bu ihtiyaçların sahipleri üzerinden bütünleştirmeye çalışır.
İhtiyaçların bu denli arttığı ve giderilmesinin çok zor hale geldiği bir zamanda uzun yıllar karşılıklı emek verilerek oluşabilecek güven ve bağlılık duygusunun filizlenmesinin de imkânı gün geçtikçe ortadan kalkıyor. Sandra’nın bir hiç olmadığını idrak edebilmesi aynı yerde çalıştığı insanlarla üstelik işyeri dışında farklı mekânlarda karşılaşarak onlarla girdiği diyaloglar sayesinde gerçekleşir. Sandra tüm heyecanını, kaygısını, umutsuzluğunu da beraberinde götürür ve her çaldığı kapıyla güven ve bağlılık duygusunu yeşertmeye çalışır.
“Değişim kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. Bu ihtiyaçlar ne tür bir politik programa hayat verir, bilemiyorum. Ama, insanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim.”(2)
Etrafımızda müdahale edemediğimiz ve muhatap bulamadığımız için delirmek üzere olduğumuz büyük hikâyeler dönüyor olabilir. Rejimin meşruiyetini sarsmaya bu hikayeyi nasıl deneyimlediğimize dair kendimize soracağımız sorularla başlayamaz mıyız?
(1) Richard Sennett, Karakter Aşınması, Ayrıntı Yayınları, s. 11
(2) A.g.e., s. 150